top of page
Ara
  • Tolga Şirin

Bireysel Başvurularda Gelişmekte Olan Yeni Bir "Kabul Edilebilirlik" Ölçütü: Anayasal ve K



İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ek 14 no.lu Protokol, 01/06/2010 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu Protokol, Sözleşme’nin 35’inci maddesine eklenecek yeni bir kabul edilebilirlik koşulu getirmiştir:

“Sözleşme ve Protokollerde belirtilen insan haklarına saygı ilkesi gereğince başvurunun esası hakkında incelemeye gerek bulunması ve başvuruya konu olayın ulusal bir yargı yeri tarafından gereğince incelenmemiş olması durumları hariç, başvurucunun önemli bir dezavantaja uğramamış olması”

Anayasa Mahkemesinin K.V. kararında[1] ifade edildiği gibi bu kriter "de minimis non curat praetor" (yargıç önemsiz ve küçük işlerle uğraşmaz) ilkesinden doğmuştur. Bu kriter, bir ihlalin uluslararası bir mahkeme tarafından incelenmeyi gerektirecek asgari bir ağırlık düzeyine ulaşmasını ifade eder. Söz konusu mantığın çıkış noktası, belli bir ağırlığa ulaşmamış başvuruların elenerek hakların etkili korunması şeklindeki temel göreve yoğunlaşmasıdır.[2]

İnsan Hakları Mahkemesi, bu kriteri uygularken üç soru sormaktadır:[3]

  • Başvurucu, önemli bir dezavantaja uğramış mı?

  • Sözleşme ve ek protokollerde tanımlanan biçimiyle insan haklarına saygı ilkesi, şikâyetin esası yönünden bir inceleme yapmayı gerektiriyor mu?

  • Dava, ulusal makamlar tarafından gerektiği gibi incelenmiş mi?

Bu sorular, her somut olayın kendi koşulları dikkate alınarak sorulmaktadır. Birçok olayda “önem” konusu değerlendirilirken, parasal tutar dikkate alınmaktadır; fakat bu tek ölçüt değildir. Bir başvuru, parasal yönden düşük değerde dezavantajla ilgili olmasına rağmen, Sözleşme sistemi yönünden önem taşıyor olabilir. Örneğin kamuoyunun yakından ilgilendiği siyasal bir tartışma bağlamında gündeme gelen bir ifadeye yönelik 30 € para cezası, miktar olarak düşük olmasına rağmen, Sözleşme’nin öngördüğü demokratik toplum düzeni yönünden oldukça önem taşır.[4]

Bu kriterin uygulanabileceği haklar konusunda, özel bir sınırlandırmaya yer verilmemiştir.[5] Yani her hak yönünden söz konusu kriter uygulanabilir. Ne var ki; yaşam hakkı ve işkence yasağı gibi mutlak veya ihlali durumunda ağır bir insan hakkı ihlalinden bahsedilebilecek haklar yönünden “önemsizlik” belirlemesinin yapılması gerçekçi görünmemektedir. Öte yandan, ifade özgürlüğü gibi demokratik toplum düzeni yönünden yapısal olarak önem taşıyan müdahaleler için de bu kriterin uygulanma olanağı düşüktür. Kriterin daha çok adil yargılanma hakkı, nispeten kişi özgürlüğü ve güvenlik hakkı, sınırlı durumlarda özel yaşama saygı hakkı ve de mülkiyet hakkı gibi haklar yönünden ön planda olacağı açıktır.

Söz konusu kriter, bireysel başvuru bağlamında Anayasa Mahkemesi Kanunu'na da aktarılmıştır.

AYM Kanunu’nun md. 48(2) hükmünde göre:

“Mahkeme, Anayasanın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi açısından önem taşımayan ve başvurucunun önemli bir zarara uğramadığı başvurular[ın] kabul edilemezliğine karar verebilir.”

Anılan hüküm, ilk dönem bireysel başvuru yargılamalarında kullanılmamıştır.[6] Fakat Mahkeme’nin 2018 yılının Eylül ayı itibarıyla, son 1,5 yılda, bu kritere dayanarak 30 karar verdiği görülmektedir. Bu durum göstermektedir ki; Anayasa Mahkemesinin yeni eğilimi, söz konusu kritere etkinlik kazandırmak yönündedir.

“Anayasal ve kişisel önem” kriteri, yaygın olarak bilinen geleneksel kabul edilebilirlik kriterlerine eklemlenen, esasa yönelik, ek bir kabul edilebilirlik kriteridir. Bu nedenle, Anayasa Mahkemesinin de ifade ettiği gibi “diğer tüm kabul edilebilirlik kriterlerini taşısa hatta esas incelemeye ihlal verilebilecek nitelikte olsa bile Kanun'da belirtilen nitelikteki bir başvuru kabul edilemez bulunabilecektir”.[7] Söz konusu kriterin, daha önce ihlal olmayan konulara benzer nitelikteki başvurular için uygulanan “bir ihlalin olmadığının açık olduğu” kriterinden farklı olarak, bir ihlal çıkmasının muhtemel olduğu hâllerde uygulanma olanağının yüksek olduğunun altını çizelim. Yani söz konusu kriterin, daha önce incelenmiş (büyük ihtimalle ihlal kararı verilmiş), dolayısıyla içtihadi gelişime katkı sunmayacak bir konuda, başvurucular yönünden ağır bir kişisel dezavantaj yaratmayacak durumlarda uygulanacağını söylemek mümkündür.

Bu durum, Anayasa Mahkemesinin içtihatlarına bakıldığında da görülmektedir. Mahkeme söz konusu kriteri, iki basamaklı bir inceleme yöntemine uygun olarak algılamakta ve iki koşul yönünden sınama yapmaktadır:

Birinci koşul, “başvurunun Anayasa’nın uygulanması ve yorumlanması veya temel haklarının kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi açısından önem taşımaması”dır. Anayasa Mahkemesi bunu “anayasal önem” kriteri olarak ifade etmektedir.

İkinci koşul ise “başvurucunun önemli bir zarar uğramaması”dır. Anayasa Mahkemesi bunu “kişisel önem” olarak ifade etmektedir.[8] Kanunda iki koşul arasında “ve’ bağlacının olması bunların birlikte olmasının gerekli olduğu şeklinde anlaşılmıştır.

Bu koşulların anlamı ise Mahkeme’nin içtihatlarıyla somutlaştırılmaktadır.”[9]

1. Anayasal Önem

İki basamaklı testte yapılan ilk değerlendirme, başvurunun anayasal önem taşıyıp taşımadığıdır. Bu değerlendirmede, başvurunun Anayasa’nın uygulanması ve yorumlanması veya temel haklarının kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi açısından önem taşıyıp taşımadığı incelenmektedir:

"Anayasa hükümlerinin yorumlanması açısından önem taşıma unsurunun başta Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru yoluyla daha önce yorumlamadığı meseleleri kapsadığında kuşku bulunmamaktadır. Bununla birlikte Mahkeme, bir meseleyle ilgili olarak daha önce Anayasa'nın ilgili hükümlerini yorumlamış olsa bile değişen durumları dikkate alarak yeniden yorumlama ihtiyacı duyabilir. Bu durumda da o meseleye ilişkin başvurunun anayasal öneminin bulunduğunu kabul etmek gerekir. Sosyal ve ekonomik koşulların değişmesi, temel hak ve özgürlüklerle ilgili mevzuatın yeniden düzenlenmesi ya da belli bir meseleye ilişkin olarak Anayasa Mahkemesinin yorumları arasında Anayasa'nın uygulanması bakımından tereddüte neden olabilecek bir farklılığın ortaya çıkması gibi durumlar Anayasa'nın yeniden yorumlanması ihtiyacını ortaya çıkarabilir.

Anayasa’nın uygulanması açısından önem taşıma unsuru ise özellikle Mahkemenin Anayasa hükümleriyle ilgili yorumu ile kamu makamları ve derece mahkemelerinin uygulamaları arasındaki farklılıkta kendisini gösterir. Ancak her uygulama farklılığı, başvurunun Anayasa'nın uygulanması açısından ‘önemli’ olduğu anlamına gelmez. Anayasal ve kişisel önemden yoksun olma kriterinin getirilmesinin amacı da gözetilerek temel hak ve özgürlüklere ilişkin Anayasa hükümlerinin uygulanması açısından başvurunun önem taşıdığının söylenebilmesi için kamu makamları ve derece mahkemelerinin belli bir meseleye ilişkin uygulamalarının Anayasa Mahkemesi yorumlarından farklı olması ve bu farklılığın da önemli olması gerekir. Bir başka ifadeyle bu ölçüt Anayasa’ya saygı gösterilmesiyle doğrudan bağlantılı olduğu için Anayasa Mahkemesinin yorumu ile kamu makamları ve derece mahkemelerinin uygulamaları arasında ortaya çıkan her türden farklılık değil yalnızca Anayasa’ya saygıyı zedeleyecek farklılıklar önemli kabul edilmelidir.”[10]

Mahkeme, öncelikle, söz konusu olaya yönelik geçmişte vermiş olduğu herhangi bir kararın bulunup bulunmadığını dikkate almakta ve eğer bu konuda karar verilmiş ise, özel bir durum ortaya çıkmadıkça başvurunun anayasal önem taşıma testini geçemediği sonucuna ulaşmaktadır. Ancak bunun düz bir ezberle uygulanmayacağı da bilinmelidir. Öyle ki; bu kriterin iç hukuka aktarılmasında ilham kaynağı olan İnsan Hakları Mahkemesi, devletin yükümlülüğünün netleştirilmesi veya yapısal bir eksikliğin giderilmesi için devletin teşvik edilmesinin gerektiği durumlarda başvuruları esastan incelemektedir.[11]

Anayasa Mahkemesi de bu yaklaşımı, ilke düzeyinde benimsemiş görünmektedir.Bu bağlamda tartışma Ali Rıza Ak başvurusunda yaşanmıştır. Trafikte kesilen idari para cezasının iptali istemiyle yapılan başvurunun, ilgisiz bir gerekçeyle reddedilmesinin adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasının tartışıldığı bu olayda, Mahkeme’nin çoğunluğu söz konusu başvurda “anayasal önem” bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır. Zira çoğunluğa göre “açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerektiği” geçmişteki içtihatta netleştirilmiş ve bu olayda önem taşıyan bir yeniliğin olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Ardından “kişisel önem” testine geçilmiş ve

(a) başvurucuya kesilen para cezasının 189 TL olduğu ve idari para cezası miktarının serbest meslek sahibi olan başvurucunun mali durumuna ciddi anlamda zarar verdiğine ve

(b) bu cezanın başvurucu için ne denli önemli olduğuna ilişkin herhangi bir açıklama bulunmadığı dikkate alınmış ve başvuru kabul edilemez görülmüştür.[12]

Bu klasik iki basamaklı test yönünden azınlıkta kalan yargıçların itirazı, “Anayasal Önem” testinde tek belirleyicinin "konuyla ilgili yerleşik bir içtihadın bulunması" ve "somut olayda esaslı bir farklılaşmanın yokluğu"nun olmayacağı tezine dayanmaktadır. Yargıçlar, tıpkı Strazburg organları gibi “yapısal sorun” bulunan konularda anayasal önemin bulunduğu düşüncesini ileri sürmüşlerdir:

“Trafik cezaları başta gelmek üzere, çok büyük miktarlarda olmayan idari cezalara ilişkin itirazların, iş çokluğu veya diğer herhangi bir nedenle, mahkemelerce incelenmeksizin, klişe kararlarla reddedildiği yolundaki şikayetlere sıkça rastlanmaktadır. Bu durum, yargı sistemimizde yapısal bir sorunun varlığına işaret etmekte, yargıya güveni zedelemektedir. Anayasal önem taşımaktadır.”[13]

2. Kişisel Önem

Kişisel önem koşulu, Anayasa Mahkemesi tarafından aynen şu şekilde tanımlanmıştır:

Kişisel önem koşulu, başvurucunun önemli bir zarara uğramamış olmasını ifade eder. Bu koşul, somut olayın başvurucunun kişisel durumu üzerindeki olumsuz etkisinin derecesiyle ilgilidir.

Somut olayda ortaya çıkan kişisel zararın önemli olup olmadığını başvurucunun subjektif algısı belirlemez. Bu husus başvurucunun içinde bulunduğu koşullar da dâhil olmak üzere her olayın kendine özgü koşulları dikkate alınarak ve objektif verilerden hareket edilerek Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilir.

Zararın parayla ölçüp ölçülememesi, onun önemini değerlendirme bakımından belirleyici değildir. Parayla ölçülmesi mümkün olmayan zararlar yönünden de anayasal ve kişisel önemden yoksun olma kriterinin uygulanması mümkündür. Öte yandan parayla ölçülebilen zararlar yönünden her başvurucu yönünden geçerli olacak ve kişisel önem koşulunun belirlenmesinde esas alınacak belli bir meblağ belirlenmesi mümkün değildir. Belli bir meblağ, başvurucuların içinde bulundukları kişisel koşullara göre farklı önem derecesine sahip olabilir.”

Mahkeme’nin bu kriteri ilk kez uyguladığı K. V. kararının konusu şöyledir: Başvurucu, AYİM’de açmış olduğu bir davada verilen bir karara karşı başvurduğu karar düzeltme yolunda, 54,55 ₺ para cezası almıştır. Bu para cezasının tahsil edilmesi için gönderilen ödeme emrinin, usulüne uygun olmadığı ve cezanın zamanaşımına uğradığı iddiasıyla açtığı davayı kaybetmiştir. Bu davanın sonucunda başvurucunun aleyhine 660 ₺ vekâlet ücreti hükmedilmiştir. Başvurucu, aleyhine kesilen 54,55 ₺ para cezası için açtığı davayı kaybetmesi üzerine aleyhine 660 ₺ vekâlet ücreti hükmedilmesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği düşüncesindedir. Konu Anayasa Mahkemesine taşındığında Mahkeme, bu bağlamda mahkemeye erişim hakkının kapsam ve içerinin belirlendiğini, buna benzer şikayetlerin daha önceden incelendiğini ve Anayasa kurallarının yorumlandığını, somut olaydaki farklı noktaların eski içtihattan farklı genel bir sorunla ilgili olmadığını kaydetmiştir.[14] Başvurucunun toplam maddi zarar miktarı olan 1.058,85 ₺’nin serbest avukat olarak çalışan başvurucuya ekonomik yönden ciddi bir zarar vermediğini de kaydeden Mahkeme “anayasal ve kişisel önemden yoksunluk” nedeniyle başvurunun kabul edilebilir olmadığına karar vermiştir.[15]

Başvurucuların dezavantajının maddi yönden gündeme geldiği olaylarda bu koşulun uygulanması nispeten anlaşılır olmaktadır. Mahkeme, bu gibi olaylarda başvurucuların mesleklerini (veya tüzel kişiyseler niteliklerini) de dikkate almaktadır. Bu çerçevede başvuruculardan, söz konusu parasal dezavantajın kendileri için ne gibi bir dezavantaj yarattığını ve bunun ne denli önem taşıdığını açıklamalarını beklemektedir.

Bu çerçevede Mahkeme,

- idari yargıda açılması mümkün olan bir davayı adli yargıda açtığı davanın görev yönünden reddedilmesi üzerine hükmedilen 1.580 TL yargılama giderlerinin, yedi yılı aşkın süredir araştırma görevlisi olarak çalışan bir başvurucu için[16];

- yük nakli yapılan kamyonetin alkollü olarak kullanılması gerekçesiyle verilen 773 TL idari para cezasının, ekonomist olarak görev yapan başvurucu için[17];

- belediyenin gerçekleştirdiği kaldırım yenileme hizmetine binaen tahakkuk ettirilen 1.088, 94 TL harcamalara katılma payının, ev sahipleri için[18];

- tüketici hakem heyeti önündeki bir davada, bilirkişi raporunun tebliği edilmemesi nedeniyle şikayet ve cevap dilekçesinde dile getiremeyip kaybedilen davadaki bedel olan 201,18 TL’nin maddi zarara uğradığını ileri süren kamu emeklisi için[19],

- İnşaat alanında belirlenen saatlerin dışında gürültü yaptığı gerekçesiyle Zabıta müdürlüğünün kararıyla kesilen 3000 TL idari para cezasının, bir şirket için[20] ne denli önemli olduğuna ve mali duruma neden ciddi anlamda zarar verdiğine dair bir açıklama getirilmediği gerekçesiyle “kişisel önem” taşımadığı sonucuna ulaşmıştır.[21]

Kişisel önem koşulu, her zaman için başvurucular için dezavantaj oluşturan şeyin miktarının açıkça belli olduğu olaylarla sınırlı olarak uygulama bulmamaktadır. Bazen el konulan eşyaların değerine bakılarak da “kişisel önem” bulunmadığı sonucuna ulaşılabilmekte ve mülkiyet veya özel yaşama saygı hakkı yönünden esas incelemesine geçilmemektedir. Başvurucunun cezaevine beraberinde getirdiği radyo, şalvar, şal, küçük makas, para bandı, kalemlik, keçeli kalem, tırnak makası ve lacivert yeleğin kendisine verilmemesiyle ilgili bir dava buna örnek gösterilebilir.[22]

Mahkeme, bu gibi olaylarda somut olayın koşulları uyarınca önem incelemesi yapmakta ve alternatiflere de odaklanmaktadır:

- Cezaevinde hükümlü bulunan başvurucuya ait "sekreter altlığı"na, "güvenlik sorunu taşıması" ve "kontrolünün zor olması" nedenleriyle el konulmasıyla ilgili bir olayda, söz konusu eşyanın başvurucunun yazı yazmasının olmazsa olmazı görülmemesi[23],

- Hükümlü başvurucuya gönderilen ajandaların ceza infaz kurumunca alıkonulmasıyla ilgili bir olayda, ceza infaz kurumu kantininden kırtasiye malzemeleri temin edilebiliyor olması ve ajandanın hayati nitelik taşımıyor sayılması[24] gerekçeleri buna örnek gösterilebilir.

Kişisel önem kriterinin somut veya soyut da olsa parasal nitelik taşımayan konularda da uygulanması mümkündür. Bu gibi durumlarda ihlal oluşturduğu iddia edilen müdahalenin, esaslılığına odaklanılmaktadır.

Son olarak Mahkeme, adil yargılanma hakkı bağlamında silahların eşitliği ilkesiyle bağlantılı olarak önüne gelen bazı başvurularda, başvurucuların mahkûmiyet kararının onanmasına[25] veya tutukluluk durumlarının devamına[26] yönelik savcılık görüşlerinin başvurucuya tebliğ edilmemesini “kişisel önem” taşır görmemiştir. Yerleşik içtihadında ihlal sonucuna ulaştığı bu tür olaylarda Mahkeme, başvurucuların ayrıca cevap vermesini gerektiren daha önce ileri sürülmemiş herhangi yeni bir olgudan bahsedilmemiş olmasını ve/veya davaya bakan mahkemenin kararında, bunlara belirleyici şekilde atıf yapılmamış olmasını da dikkate almaktadır. Anılan yaklaşım, idari yargıda Danıştay savcısının görüşünün tebliğ edilmemesi[27] veya ek özel hizmet tazminatı ödenmesi istemiyle yapılan başvurunun reddedilmesiyle ilgili davada davalı idarenin savunmalarının tebliğ edilmemesi[28] gibi durumlar için de benimsenmiştir.

Bu içtihatlardan çıkartılması gereken sonuç, başvurucuların özellikle maddi zararlarıyla ilgili olarak sadece zararı ortaya koyan dayanakları gösteren bilgi ve belgelere atıf yapmakla yetinmeyip (özellikle konuyla ilgili yerleşik içtihadın bulunduğu ve zararın parasal miktarının düşük olduğu durumlarda) bu zararların başvurucuların kişisel durumlarıyla ilgili neden önem taşıdığına ilişkin açıklamalar getirmelerinin kendi yararlarına olacağıdır. Benzer türden açıklamalar, silahların eşitliği bağlamında tebligat eksiklikleri için de geçerlidir. Böyle durumlarda, özü itibarıyla sadece belli evrakların tebliğ edilmemesine atıfla silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmek yeterli olmayacak, söz konusu tebligat eksikliğinin esaslı sonuçlarının da açıklanması gerekecektir.

[1] K. V., 2014/2293, 01/12/2016.

[2] Stefanescu/Romanya, 11774, 12/04/2011, § 35; Korolev/Rusya, 225551/05, 01/07/2010; Giusti/İtalya, 13175/03, 18/10/2011, § 34.

[3] Görgün/Türkiye, 42978/06, 16/09/2014.

[4] Örn. Cumhurbaşkanına hakaret bağlamında bkz. Eon/Fransa

[5] Sylka/Polonya, 19219/07, 03/06/2014.

[6] AYM, E. 2011/64, K. 2012/168, 01/11/2012.

[7] K. V. , § 55.

[8] K. V., § 57.

[9] K. V., §§ 59-60.

[10] K. V., §§ 63-64. Vurgu orijinal metinde yoktur.

[11] Zwinkels/Hollanda, 16593/10, 09/10/2012, § 28.

[12] Ali Rıza Ak başvurusu, 2015/15965, 27/06/2018, §§ 22-27.

[13] Ali Rıza Ak başvurusu, Osman Alifeyyaz Paksüt ve Muammer Topal karşıoyu, §§ 9-10. Trafik idari para cezasının iptali davasındaki 129 ₺’nin kişisel önem taşımadığı bir örnek için bkz. F. N. G., 2014/11928, 21/06/2017, § 57 vd.

[14] K.V., § 70-71.

[15] Mahkemeye erişim hakkı yönünden 750 TL vekalet ücretinin önemli görülmediği örnek için bkz. Seyfi Baysal, 2015/19729, 04/07/2018, § 18.

[16] Bahar Fırat ve diğerleri, 2014/9810, 09/01/2018, § 32.

[17] Bülent Sağlam, 2014/6225, 28/06/2018, § 31.

[18] Mürsel Polat ve Nuriye Artuç, 2014/3470, 25/10/2017, § 30.

[19] Süleyman Özpınar, 2014/6710, 20/12/2017, § 37.

[20] Emek Yapı Yat. Tiç. Ltd. Şti., 2014/19521, 05/12/2017, § 25.

[21] Bazen başvurucunun mesleğinin üzerinde durulmamaktadır. Bkz. özel hizmet tazminatının miktarının 98,05 TL olmasının kişisel önem oluşturmadığı sonucuna ulaşılan Oğuz Zengin (2), 2014/156, 04/10/2017, § 43.

[22] Murat Türk (4), 2015/19665, 28/06/2018

[23] Seyfeddin Bahar, 2014/10204, 05/04/2017, § 33.

[24] Mehmet Çelebi Çalan (2), 2014/5674, 08/06/2017, § 34.

[25] İbrahim Kızılkaya, 2014/2517, 05/04/2017, § 35. Aynı yönde bkz. Enes Ulu, 2014/16751, 20/09/2017

[26] Devran Duran, 2014/10405, 25/05/2017, §§ 119 vd. Ayrıca bkz. Şehmus Öncel, 2014/2991, 25/10/2007; Suat Arslan, 2014/2623, 04/10/2017; Mehmet Emin Tutak, 2014/2611, 25/10/2017; Harun Karataş, 2014/2610, 04/10/2017; Hamit Kiye, 2014/2603, 04/10/2017; Kenan Burukanlı, 2014/2620, 26/10/2017; Cihan Karabay, 2014/2906, 08/11/2017; İsa Durç, 2014/1529, 26/12/2017; Selma Mirzaoğlu, 2014/2994, 07/02/2018; Kadri Karakaş, 2014/823, 08/03/2018; Ali Can Arslan, 2014/2947, 08/03/2018;.

[27] Emine Demir Özden, 2014/13769, 22/11/2017, § 35.

[28] Kasım Biner, 2014/11399, 22/11/2017.

bottom of page