top of page
Ara
  • Tolga Şirin

Gönüllü Teşhircilik ve Denetim Çağı



Kamera genelgesi hakkında bir yazı yazmıştım. O yazıyı tamamlayan ve üzerinde düşünmemiz gereken bir yön daha olduğunu düşünüyorum.


Daha doğrusu, sosyolog Georg Simmel’in Bireysellik ve Kültür ve Byung-Chul Han'ın Şeffaflık Toplumu kitaplarının da etkisiyle (her ikisi de Metis Yayınları’ndan çıktı) bir süredir üzerinde düşünegeldiğim bir konunun üzerinde durmak, bu vesileyle de bu iki kitap hakkında (henüz okumayanlarda) merak uyandırmak istiyorum.


Gözün İktidarı


Öncelikle Simmel’in kitabını öneririm. Yazar bu eserde, diğer pek çok şeyin yanı sıra, toplumsal ilişkilerimize etki eden "duyuların sosyolojisi"ni açıklıyor, özellikle de görmenin işlevi üzerinde dikkat çekici biçimde duruyor. Göz göze bakmadığımız toplumsal bir yaşamda birbirimize duyacağımız sempati veya antipatinin, yakınlık veya uzaklığın büyük ölçüde farklılaşacağını düşündürüyor. Görme engelliler ile işitme engellileri karşılaştırırken; ilk gruptakilerde sıkça gözlemlenen huzurlu ve sakin havaya, ortamla barışık olma hissine dikkat çekiyor ve görmenin hem devinime hem de tekinsizliğe neden olduğunu söylüyor:


“Tam da yüzün açığa çıkarabilecekleridir onu kafa karıştırıcı kılan; genelde bir kişide gördüklerimizi, duyduklarımızı yorumlarız, tersi çok ender olur. Bu yüzdendir ki duymayan ama gören kişi, genelde göremeyen ama duyan kişiye göre çok daha kafası karışık, çaresiz ve rahatsız olur.”

Simmel'in bu yaklaşımının esin kaynağı olduğu farklı yazılar okumuştum. Bu yaklaşıma göre modern öncesi toplumsal ilişkilerde “söz” ön plandayken, modern çağda “söz” iktidarını kaybetmiş, “göz” ön plana geçmiş bulunuyor. Başka bir deyişle gözün kulağa üstün geldiği zamanları yaşıyoruz.


Bu “duyular sosyolojisi”nin üzerinde durulması boşuna değil. Bu analiz, günümüz dünyasıyla ilgili çok şey anlatıyor: “Göz”ün iktidarda olduğu çağımız toplumu, derinlikli düşünmeyle ve ideolojiyle ve dünya görüşüyle ilişkili “imgeler”den vazgeçmiş gibidir. Bunun yerine yüzeysellikle, hislerle ve tüketimle ilişkili “imajlar” ön plandadır. İmaj artık hemen her şeyle ilgili olduğu içindir ki iktidarın görme isteği ve toplumun gösterme iradesi buna göre biçim değiştiriyor. İktidar daha fazla gözetlemeye başlamış durumda ama bireyler de kendilerini teşhir etmeye dünden razı...


Bu yenilik, modern toplumu, denetim ve teşhircilik toplumu kılıyor.


Denetim Toplumu


Simmel’in yaklaşımına göre modern toplum, bir bakıma denetim toplumu. Bentham'ın veya Foucault’un da üzerinde durduğu bu denetimin kendine has bir özelliği var. Bu yeni bir bilgi değil. Malum. Toplum, iktidarın gözü üzerinde olduğunu biliyor ve buna göre terbiye ediliyor. Gözlerin üzerinde olduğu düşüncesi, iktidarı gerçekten denetleme zahmetinden kurtarıyor. Kişilerin zihnine, denetlenebilir oldukları düşüncesinin tohumunun ekilmesi yeterli oluyor.


Örneğin sokaklara, güvenliğimizi koruma iddiasıyla konulan CCTV kameralarını düşünelim. Çoğu kez bu kameraların gerçekten çalışıp çalışmadığını bilmeyiz. Fakat varlıkları, bize, o merceklerin arkasında bir çift gözün bulunabileceğini düşündürür. Veya kamu hizmetine girişteki güvenlik soruşturmalarının gerçekten yapılıp yapılmamasının önemi yoktur. Böylesi bir takibatın var olduğu düşüncesi dahi yeterinde denetleyicidir.


İşte modern iktidarı, diğer iktidarlardan ayrıcalıklı kılan şeyin, gerçekten müdahale etmeden bile tahakküm kurabiliyor olması diyebiliriz. Bu “Büyük Birader sizi izliyor” tipi denetimin farkındayız.


Fakat sosyal medya çağında farkında olmamızı gerektiren bir başka denetim biçimi daha var. Bütün insan yaşamının nerede, kiminle ne yaptığının internet teknolojileriyle kuşatıldığı bu çağda gözlerin üzerimizde olması fikri, her anımıza sirayet eder olmuş bütün yaşamımızı ele geçirmiş değil mi?


Yani geçmişte ordu, polis, mahkeme, hapishane veya tımarhane gibi kurumlar aracılığıyla yapılan denetim artık sokaklara inmiş, yani denetleyen bizzat toplumun kendisi olmuş durumda.


Onun için yaşadığımız çağın toplumu, bir tür sanal denetim toplumu diyebiliriz. Bu yönüyle sosyal medyanın -daha çok özgürlük getirmiş görünse de- mahremiyeti ortadan kaldıran otoriter de bir kültür ürettiğini düşünebiliriz.


Simmel ve onun açtığı yoldan ulaşarak okuduklarım bana bunları düşündürdü. Sizlere de düşündürmeli.


***


Bu noktada Byung-Chul Han'ın Şeffaflık Toplumu kitabını da öneriyorum. Yazar, bu kısa ve bir solukta okunuverecek eserinde aynı sorunun üzerinde duruyor ve bu yeni durumun arka planında kapitalizmin pompaladığı “şeffaflık” söyleminin yattığını ileri sürüyor. Han’a göre:


“Kapitalist ekonomi her şeyi sergilenme mecburiyetine tabi kılar. Sadece sergilemeye yarayan sahnelemedir değer yaratan, şeylerin her türlü kendine özgülüğü feda edilmiştir. Şeyler, karanlığın içinde değil aşırı ışık altında ortadan kaybolmaktadır.”

Bu bağlamda kapitalizmin ürünü olan şeffaflık, ne kadar liberal görünürse görünsün, aslında fark etmediğimiz bir denetim altına alma teşebbüsü yaratıyor. Toplumdaki güvene dayalı ilişkileri ve kişisel mahremiyeti tahrip ediyor, karşı çıktığı şeyi yeniden üretiyor, denetimi pekiştiriyor.


Bu bakımdan sosyal medyada “beğenmeme” seçeneğinin konulmaması bile, teşhirciliğin teşviki gibi değilse nedir?


Han, kitabında günümüz toplumundaki şeffaflık tutkusuna karşı çubuğu terse büküyor ve mesafe tutkusunu hayata geçirme önerisi yapıyor. Çünkü ona göre:


“Mesafe ve utanç, sermayenin, enformasyonun ve iletişimin hızlandırılmış dolaşımına dahil edilemez. Bu dolaşım insanın çekebileceği mahrem alanların şeffaflık adına ortadan kaldırılmasına yok açar. Işıklandırılır ve tüketilir bu alanlar. Böylelikle dünya daha utanmaz, daha çıplak bir hâl alır.”

Fakat bu “mesafe tutkusu”nun hayata geçirilmesi, “teşhir toplumu”nda kolay değil.


Teşhir Toplumu


Teşhircilik, yeni bir şey değil. Fakat internet teknolojilerinin bu bağlamda getirdiği yenlik, teşhirciliğin normalleşmesidir diyebiliriz. Günümüzde vitrinde olmak şartıyla kendini seyredilmeye ve sergilemeye hasreden bir insan topluluğu, tamamen “stalklama ve “likelama” arasında gidip gelen bir yaşam sürüyor. Pompalanan tüketim çılgınlığı insanları birer magazinel imaj ve metadan ibaret kılıyor.

Bunun nedeni de büyük ölçüde kapitalizm ve kapitalizmin ürettiği postmodernizm.


Kapitalizmin sömürüsü altında ezilen birey, dünyasına anlam verecek bir araçtan yoksun. Modernleşmeyle dinin, postmodernleşmeyle de ideolojilerin boşa çıktığına ilişkin propagandalar, insanı tarihte hiç olmadığı kadar yalnızlaştırmış bulunuyor. Kendisine seri üretimin ve tüketim gelgitleri arasında küçük bir çark dişlisi olmanın ötesinde değer tanınmayan insan için sanal ortam, bir ölçüde fark edilme olanağı sağlıyor.


Yani tarihin bu uğrağında pek çoğumuz, yaşamını ancak seyredildiği ölçüde değer kazandığını düşünmek zorunda hissediyoruz. Var oluşunu, öteki insanların dünyasında yer bulduğu denli hissedebilen post-modern propaganda ikliminin insanları, sanal dünyada az görünüp kendi dünyasında yaşayanları tuhaf sayma eğilimi gösteriyor. Hatta böyle davranmayanlara karşı bir hınç besleyebiliyor. Özel yaşamını teşhir etmeyenler garipseniyor, bazen (örn. işe alımlarda) güvenlik sorunu olarak görülürken bazen (örn. kişisel ilişkilerde) bu tavırda bir terslik varmış gibi düşünülüyor. Dahası sahte ve manipülatif bir kamusallık görüntüsü sunan sanal dünyalardaki politik söylemlerin arka planında yoğun bir depolitazasyon yatıyor.


Teşhirciliğin normalleştiği bu ortamda esasen kendisine ve gördüklerinin kendisini nasıl hissettirdiğine odaklanan bireylerinin, yüzleştiği sorunlara karşı geliştirebildiği tek tepki, anlık duygu boşalmaları oluyor. İşin ilginci, bu yaklaşımın beslendiği bireycilik, paradoksal biçimde bireyselliği ve onun özünde yatan mahrem değerleri de yok ediyor. Mahremiyeti yok edildikçe sıradanlaştırılan bireyler bu hissiyatı aşmak ve değerli hissetmek için daha çok teşhire yöneliyor. Bu ise çürütücü bir kısır döngüye yol açıyor.


Sözün özü bireycilik zamanlarında gözün iktidarı, siyasal iktidarın toptan kontrolüne yol açtığı gibi gönüllüğü teşhircilik yoluyla da sorunu katmerli hâle getiriyor.


Bugün kamu gücünü kötüye kullanan kolluk güçlerinin gözetlenmesi ve kayda alınması tartışması ve bu bağlamda karşı çıkışlar oldukça değerli ve önemli. Fakat bu tartışma vesilesiyle, gözün iktidarına gönüllü kulluk etme biçimlerimiz üzerine düşünmek de bir o kadar değerli ve önemli olmalı.


Şunu unutmamalıyız. Siyasi iktidar, kamusallaştığı ölçüde demokratik. Fakat birey mahremiyetleriyle birey. Türkiye’deki durum ise tam tersi yönde.


***


Şimdilik bu kadar.


Herkese kapanma günlerinde iyi okumalar.



bottom of page