Tolga Şirin
Anayasa ve Saldırı Savaşı Yasağı

Geçtiğimiz hafta anayasa hukukçusu ve milletvekili olan Burhan Kuzu, bir televizyon programında, “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” ifadesiyle ilgili olarak “Bunu sadece bir söz olarak asarsın seyredersin, 'güzel söz' dersin, dua niyetine 'âmin' dersin ama bir anlamı yok” şeklinde bir beyanda bulundu.
Mustafa Kemal Atatürk tarafından dile getirilen bu ifade, 1961 Anayasası’ndan beri anayasaların Başlangıç kısmında yer alıyor. 1982 Anayasası’nın 176’ncı maddesine göre “Anayasanın dayandığı temel görüş ve ilkeleri belirten başlangıç kısmı, Anayasa metnine dahildir.” Dolayısıyla bu ifade, Anayasa metninin bir parçasıdır ve anayasal bir ilkedir. Bu bakımdan hiçbir değerinin olmadığı kolaylıkla söylenemez.
Savaş İlanı ve Anayasa
1982 Anayasası savaş ve barış durumlarıyla ilgilenmeyen bir anayasa değildir. Anayasa’nın savaş hukuku ile ilgili temel hükmü “Savaş hali ilânı ve silahlı kuvvet kullanılmasına izin verme” başlıklı 92’nci maddesidir. Bu maddeye göre: “Milletlerarası hukukun meşrû saydığı hallerde savaş hali ilânına ve Türkiye’nin taraf olduğu milletlerarası andlaşmaların veya milletlerarası nezaket kurallarının gerektirdiği haller dışında, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesine veya yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunmasına izin verme yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisinindir.” Devam eden fıkra yetkili oran yönünden bir istisnayı düzenler: “Türkiye Büyük Millet Meclisi tatilde veya ara vermede iken ülkenin ani bir silahlı saldırıya uğraması ve bu sebeple silahlı kuvvet kullanılmasına derhal karar verilmesinin kaçınılmaz olması halinde Cumhurbaşkanı da, Türk Silahlı Kuvvetlerinin kullanılmasına karar verebilir.”
Bu hükümleriyle Anayasa; bir yandan, Demokrat Parti döneminde yaşandığı gibi, Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) Kore Savaşı’na meclis kararı olmadan doğrudan hükümet kararıyla katılmasına tepkinin ürünü olarak Türkiye Büyük Millet Meclisini (TBMM) öne çıkartmış, diğer yandan da savaş ilan edilmesindeki ve TSK’nin kullanılmasına karar verilmesindeki takdiri kayıtlamıştır. Savaş ilanı yönünden bu kayıt, söz konusu savaşın, milletlerarası hukuk tarafından meşru sayılmasıdır. TSK’nin acil durumlarda kullanılması yönünden ise iki koşulun bir arada olması öngörülmüştür: (1) TBMM’nin tatilde veya ara vermede olması, (2) ülkenin ani bir silahlı saldırıya uğraması ve bu sebeple silahlı kuvvet kullanılmasına derhal karar verilmesinin kaçınılmaz olması.
İşte bu iki hükmün kesişimi bir yasağa işaret eder: TSK, meşru savunma amacıyla kullanılabilir, “saldırı savaşı” yasaktır.
Barış Hakkı ve Anayasalar
Uluslararası hukukta saldırı, bir suç olarak kabul edilir. BM Antlaşması, kural olarak devletlerin birbirlerine karşı güç kullanımını yasaklar. Bunun istisnası, ülkelerin silahlı saldırıya uğraması karşısında meşru savunma amaçlı güç kullanımı veya BM Güvenlik Konseyi’nin uluslararası barış ve güvenliği tehdit eden veya bozan devletlere karşı güç kullanımı kararı almasıdır. Bu antlaşma ve başkaca uluslararası metinler ile uluslararası hukukun genel ilkeleri, bir devlete savaş ilan etmenin, anılan istisnalar dışında uluslararası suç olduğunu öngörmektedir. Nitekim Anayasa’nın 38’inci maddesinde atıf yapılan Uluslararası Ceza Divanı’nı kuran Roma Statüsü yönünden de bu tür bir eylem, “barışa karşı suç” niteliği taşır. Dolayısıyla milletlerarası hukuk, saldırı savaşını meşru görmez. Anayasa’nın “milletlerarası hukukun meşru saydığı haller”e atıf yapmış olması, bu yasağın ulusal düzeyde ve anayasal olarak da benimsendiğini gösterir.
Bu durum, Türkiye’ye özgü değildir. Örneğin Federal Almanya Anayasası’nın 26’ncı maddesinde de “Halkların bir arada barış içinde yaşamalarını engellemek, özellikle bir saldırı savaşını hazırlamak eğilimindeki eylemler ve bu amaçla yapılan hareketler Anayasa’ya aykırıdır” denmektedir. Buna benzer hükümler başka anayasalarda da vardır. Akla bir çırpıda gelenler Bolivya (md. 10), Küba (md. 12), Moldova (md. 32) ve Romanya (md. 30) anayasalarıdır. Konu, başkaca anayasalarda da farklı formüllerle ifade edilmiştir. Örneğin Anayasa’nın yazıldığı dönemdeki konjonktür gereği daha da ileri gidilen Japonya’daki “pasifist anayasa”nın (geçtiğimiz yıllarda sağ popülist Shinzo Abe’nin çok tartışmalı ve bazı eylemcilerin kendini yaktığı kitlesel gösterilere neden olan anayasa değişikliği girişiminde gündeme gelen) bir hükmü, silahlı kuvvetlerin savaş kuvveti muhafaza etmesine yönelik dahi ağır yasaklar içermektedir: "Adalet ve düzene dayanan uluslararası bir barışı gönülden isteyen Japon halkı, ulusun egemenlik hakkı olan savaştan ve uluslararası uyuşmazlıkları çözme aracı olarak kuvvet kullanmaktan, sürekli olarak feragat eder.
Bir önceki paragraftaki amacı gerçekleştirmek için, hiç bir kara, deniz ve hava kuvveti veya her hangi diğer bir savaş kuvveti muhafaza edilemez. Devlete muhariplik hakkı tanınmaz.“
Bu hükümler, uluslararası literatürde, tek tek devletlere karşı ileri sürülmenin ötesinde, devletlerin dayanışmasını gerektiren 3'üncü kuşak hak olarak ifade edilen “barış hakkı”nın gerçekleşmesinin önemli unsurları olarak kabul edilir. Türkiye bu dayanışmaya, Anayasa’nın 92’nci maddesi ve Başlangıç’taki anılan ilke ile katılmıştır. Hatta daha doğrudan denebilir ki, 92’nci maddeye barış hakkı ile bağlantılı olarak uluslararası dayanışmaya yaklaştıran ve anılan türden yorumu destekleyen ilke, Anayasa’nın Başlangıç kısmında yer alan “yurtta sulh cihanda sulh” ilkesidir. Nitekim, anılan hükmün ilk kez kaleme alındığı 1961 Anayasası’nın hazırlık çalışmalarında da bu gerçek açıkça dile getirilmiştir.[1]
Türkiye’de geçmişte bazı irredantist özneler, farklı egemen devletlerin topraklarının Türkiye ülkesinin topraklarıyla birleştirilmesine yönelik özlemlerini dile getiriyorlardı. Daha yakın tarihlerde ise Türkiye’nin eski devlet politikasının “korkak” olduğu ve pro-aktif bir dış siyaset izlenmesi şeklindeki söylemler, resmî ağızlardan da dile getirilmeye başladı. Bunun yansıması olarak toplumda “fetihçi” ve “yayılmacı” açıklamalar daha yaygın duyulur olmaya başladı. Bu tür söylemlerin, BM Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nin 20’nci maddesindeki “Her türlü savaş propagandası hukuk tarafından yasaklanır” hükmü karşısında koruma göremeyebileceği akılda tutulmalı, ulusal açıdan da Türkiye’nin başka devlet topraklarına yönelen saldırganlık içeren söylem ve eylemlerin anayasal koruma içinde olmadığı bilinmelidir.
Sonuç olarak yinelersek, “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” ifadesi boş bir söz değil, barış hakkının önemli bir öğesi olan anayasal bir ilkedir. Hukuksal bir değeri vardır.
[1] Örn. bkz. Temsilciler Meclisi üyesi Âmil Artus’un açıklamaları, Temsilciler Meclisi Tutanak Dergisi, 47. Birleşim, 18/04/1961, s. 382.
#Barışhakkı #yurttasulhcihandasulh #saldırısavaşı #Angriffskrieg #İrredantalizm #Anayasa #1982Anayasası #1961Anayasası