top of page
Ara
  • Tolga Şirin

Laiklik İlkesi ve Dinsel Yeminler*



Bir kişinin bir göreve başlarken veya yargılama süreçlerinde yemin etmesi, karşılaştırmalı hukukta sıklıkla karşılaşılan bir usuldür. Toplumsal yaşamda, kökleri tarih öncesine kadar giden yemin ritüeli, hukuk sistemlerinde de oldukça eskilerden beri kullanılmıştır. Örneğin Roma hukukunda yaygın şekilde uygulanan “sacramentum” usulü, Batı hukuk sistemlerini derinden etkilemiştir. Fransız Devrimi sürecinde özellikle Aydınlanma felsefesinin önde gelen düşünürlerince bazı eleştirilerle karşılaşılan bu usul, biçim değiştirerek de olsa günümüzde de varlığını sürdürmektedir.[1] Öyle ki karşılaştırmalı anayasa hukukunda göreve başlama yeminine yer vermeyen anayasa yok denecek kadar azdır.

Buna karşılık, çeşitli ülkelerde ateist başbakanların kutsal kitaplara el basıp yemin etmeyi reddettiği örneklerle karşılaşılabilmektedir. Örneğin Yunanistan’da Sol İttifak’ın (Syriza) lideri Alexis Çipras, Atina Başpiskposu’nun huzurunda İncil’e el basarak yemin etmeyi kabul etmemiş, bunun yerine Cumhurbaşkanı Karolos Papulyas’ın önünde “Yunan halkının çıkarlarına hizmet edeceğine” dair laik bir metin üzerinde ant içmişti. Avusturalya’da İşçi Parti’li başbakan Julia Gillard da “Ben ateistim. İncil üzerine el basmamın bir anlamı yok” diyerek yemin etmeyi reddetmiş, bunun yerine laik metne imza atmıştı.[2]

Türkiye’de “yemin” uygulaması, 1876 tarihli Osmanlı Anayasası’ndan bu yana anayasal düzeyde mevcuttur. 1876 Anayasası’nda (md. 46) her iki meclisin üyelerinin de Sadrazamın (üye o oturumda hazır bulunmazsa; sonradan mensubu oldukları meclis başkanının) önünde, Padişah’a ve vatana sadık olacaklarına, ayrıca Anayasa’nın hükümlerine ve kendilerine verilen görevlere uyacaklarına dair yemin etmeleri öngörülmüştür. 1909 yılında yapılan Anayasa değişikliğiyle birlikte (md. 3) buna benzer bir yemin Padişah için de getirilmiştir. İşin ilginç ve az bilinen yanı, bu hükümlerde açıkça Allah’a atıf yapılmamıştır. Üstelik, 1908 devriminin getirdiği özgüvenle de birlikte, İttihat ve Terakki’nin merkez komite üyesi, Comte’cu pozitivizmin önde gelen savunucusu Ahmet Rıza Bey, yemin etmeyi reddedebilmiştir.[3]

1921 Anayasası’nda, yemin konusunda bu yönde açık bir hüküm olmasa da uygulamada Allah üzerine yemin uygulaması devam ettirilmiş, 1924 Anayasası’nda ise bu düzenleme açıkça Allah’ın adına da yer verilerek devam ettirilmiştir. Anayasa’nın 16’ncı maddesinin ilk hâlinde şöyle bir hüküm vardır:

“Vatan ve milletin saadet ve selametine ve milletin bilâ kaydu şart hakimiyetine mugayir bir gaye takip etmiyeceğime ve Cumhuriyet esaslarına sadakatten ayrılmayacağıma ‘Vallahi’”.

Anayasa’nın ilk hâlinin 44’üncü maddesi ise şöyledir:

“Reisicumhur sıfatı ile Cumhuriyetin kanunlarına ve hakimiyeti milliye esaslarına riayet ve bunları müdafaa, Türk Milletinin saadetine sadıkane ve bütün kuvvetimle sarfı mesai, Türk devletine teveccüh edecek her tehlikeyi kemali şiddetle men Türkiye’nin şan ve şerefini vikaye ve ilaya ve deruhde ettiğim vazifenin icabatına hasrınefs etmekten ayrılmıyacağıma ‘Vallahi’”

1924 Anayasası’ndaki "Vallahi" ifadesini içeren bu düzenlemeler, 1928 yılında, herhangi bir tartışma yaşanmadan ve toplantıya katılanların oybirliğiyle kabul edilen anayasa değişikliğiyle birlikte metinden çıkarılmıştır.[4] Dinsellikten arındırılmış, başka bir deyişle laik nitelik kazanmış olan yemin usulü, milletvekilleri ve cumhurbaşkanı yönünden 1961 ve 1982 anayasaları döneminde de aynen sürdürülmüştür. Örneğin Anayasa’nın 103’üncü maddesindeki Cumhurbaşkanı yemini aynen şu şekildedir:

“Cumhurbaşkanı sıfatıyla, Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma, Anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılâplarına ve lâik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma, milletin huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerinden yararlanması ülküsünden ayrılmayacağıma, Türkiye Cumhuriyetinin şan ve şerefini korumak, yüceltmek ve üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine andiçerim.”[5]

Görüldüğü gibi Anayasa’nın öngördüğü yemin metinleri laiklik ilkesiyle tam bir uyum içindedir. Fakat benzer uyum, kanunlar yönünden geçerli değildir. Geçmişte, özellikle yargılama süreçlerinde delil olarak kullanılan yemin metinlerinde dinsel öğeler var olmuştur. Örneğin 18/06/1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun (HUMK) 264 ve 339’uncu maddelerinde şeklinde yeminler bulunmaktaydı. Bu yemin kalıbı, yürürlükteki 12/01/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Usulü Muhakemesi Kanunu’nun (HMK) 233, 258 ve 271’nci maddelerinde biçimini almıştır. Benzer şekilde, bugün yürürlükte olan 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 55 ve 64’üncü maddelerinde de yemin biçimi sözleriyle düzenlenmiştir.

Öte yandan, 04/04/1929 tarihli ve 1412 Ceza Muhakemesi Usul Kanunu’nun “Tanığa İlk Defa Sorulacak Şeyler”i düzenleyen 61’inci maddesinde "dini" ifadesi bulunmaktaydı. Somut norm denetimiyle Anayasa Mahkemesinin önüne gelen bu kural, Anayasa’ya aykırı bulunmuştur:

“İtiraz konusu kuralda, tanığa sorulacak sorular arasında dininin de yer alması öngörülmekle, kamusal ilişkilerde dinin, belirleyici bir rol oynaması olasılığına yol açılmaktadır. Oysa lâik devlette dinin her türlü etki ve el atmanın dışında bırakılabilmesi, onun sadece kişilerin iç dünyasına ilişkin bir olgu kalmasıyla olanaklıdır. Bu gerçeğin, kişilerin istekleri dışında yasal bir zorunluluk olarak dinlerini açıklamaları sonucunu doğuran kural ile açık bir çelişki yarattığında duraksamaya yer yoktur.Bu nedenlerle, incelenen Yasa kuralında yer alan "dini" sözcüğü, Anayasa'nın 2. maddesindeki ‘lâiklik’ ilkesine aykırıdır. (…) İtiraz konusu kuralda olduğu gibi, dininin sorulması, kişinin isteği dışında bu inancını açıklaması sonucunu doğuracağından Anayasa'nın 24. maddesinin üçüncü fıkrasına açık bir aykırılık oluşturacaktır. Kişilere dinleri ile ilgili olarak sorulan soruların yanıtlanmamasının bir yaptırıma bağlanıp bağlanmaması da bu sonucu değiştirecek nitelikte değildir. Çünkü yasa buyruklarına uyma zorunluluğu hukuk devleti ilkesinin doğal bir sonucudur. Bu durumda, itiraz konusu kuralın, tanıklık yapan kişileri dinlerini açıklamaya zorlayarak, din ve vicdan özgürlüğünü zedelediği açıktır.”[6]

Anılan hükümlerden başka, kanunun altında yer alan bazı metinlerde laiklik ilkesiyle uyumlu olmayan yemin metinlerine rastlanmaktadır. Örneğin Kadastro Bilirkişileri Hakkında Yönetmeliğin 6’ncı maddesi “Kadastro tespitleri sırasında, kadastro bilirkişisi olarak bilgime başvurulduğunda, görgü, duygu ve bilgimi gerçeğe uygun şekilde bildireceğime, oy ve düşüncemi tarafsız olarak açıklayacağıma Allah’ım ve namusum üzerine yemin ederim.” şeklindedir. Yine “Türk Silahlı Kuvvetleri Daimi Emirler Muhtırası” gereğince de er ve erbaşlar, yemekten önce “Allahımıza Hamdolsun, Milletimiz Varolsun” biçiminde bağırmaya zorlanmaktadır.[7] Bu sözleri tekrar etmeyen er ve erbaşların emre itaatsizlik etmesi, dolayısıyla yaptırıma tabi olması söz konusu olacaktır. “Allah” veya “Tanrı” üzerine yemin etmek istemeyen kişilere yönelik gerçekleştirilen bu zorlamanın laiklik ilkesiyle uyumlu olduğunu söylemek mümkün görünmemektedir. İşin ironik yanı, kanun-altı mevzuattaki bu vurguların giderilmesi gerekirken, zaman zaman (hatta son yıllarda artan şekilde) bunlara kanun ve hatta Anayasa düzeyinde yer verilmesinin kamuoyunun gündemine taşınmak isteniyor olmasıdır.

Söz konusu zorlamanın din ve vicdan özgürlüğüyle uyumlu olduğu da söylenemez. Anayasa Mahkemesi, şimdiye dek bu konuda bir bireysel başvuru kararı vermiş değilse de bu konuda İnsan Hakları Mahkemesinin çok sayıda kararı bulunmaktadır. Örneğin Mahkeme, 1999 tarihli Buscarini ve diğerleri v. San Marino[8] kararında, milletvekillerinin İncil üzerine yemin etmeye zorlanmasını Sözleşme’ye aykırı bulmuştur. Mahkeme, Parlamento’da toplumun farklı görüşlerini temsil etmeye yönelik bir yetkinin kullanılması nedeniyle, zorunlu olarak belirli bir inanca bağlılığın beyan edilmesinin tutarlı ve gerekli bir yükümlülük olarak görülemeyeceğini kaydetmiştir. Hatta önemle vurgulanmalıdır ki Mahkeme’nin bu yaklaşımı, alternatif laik yemin sunulan dinsel yeminler yönünden de geçerlidir. 2008 tarihli Alexandridis v. Yunanistan[9] kararında, Atina Sulh Hukuk Mahkemesinde avukat olarak çalışmaya kabul edilmiş olan başvurucu, çalışmanın ön koşulu olarak göreve başlamadan önce avukatlık yemini etmek durumundadır. Bu yemin, dinsel olabileceği gibi, dinsel nitelik taşımayan bir biçimde de verilebilmektedir. Fakat ikinci seçeneğin uygulanması olasılığında kişinin Ortodoks Hristiyan olmadığını açıklamak zorunda kalması gerekmektedir. İnsan Hakları Mahkemesi, başvurucunun Ortodoks Hristiyan olmadığını açıklamak zorunda bırakılmasını, inancını açığa vurmaya zorlanmama hakkının ihlali olarak değerlendirmiştir.

2013 tarihli Dimitras ve diğerleri v. Yunanistan[10] kararında ise başvurucular ulusal hukukta görülen davalarda değişik tarihlerde tanık, şikâyetçi ve şüpheli sıfatlarıyla mahkeme önüne çıkmışlardır. Yunanistan Usul Kanunu’na göre İncil’e el basarak yemin etmeleri gereken başvurucular, Ortodoks Hristiyan olmadıklarını söyleyerek, resmî bir beyanda bulunmak istemişlerdir. Yemin gerekliliğini yerine getirmeden beyan istekleri kabul edilen başvurucular, yine de Ortodoks olmadıklarını açıklamak zorunda bırakılmalarından ötürü İnsan Hakları Mahkemesine başvurmuşlardır. Mahkeme, bu başvuruyu da az önce değinilen nedenlerle haklı bulmuş ve ihlal kararı vermiştir.

Sonuç itibarıyla, Laik bir devlette dinsel yemin uygulaması olmaz. Ayrıca, alternatif yemin metinleri sunulması durumunda bile dinsel yemin uygulaması, İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında görüldüğü üzere, din ve vicdan özgürlüğünün gereklerine aykırı sonuçlar doğurmaktadır. Bu nedenle bu tür metinlerin herhangi bir dine gönderme yapan ifadelerden tamamen arındırılması, laiklik ilkesi uyarınca nötr kılınması anayasal bir zorunluluktur. Aksi istikametteki yönelim Anayasa'ya ve İnsan Hakları Sözleşmesi'ne aykırıdır.

VİDEOLAR


Çipras'ın Yemin Töreni Gillard'ın Yemin Töreni

DİPNOTLAR

* Başlığın altındaki resim, Jacques-Louis David'in 1784 tarihli ve Louvre müzesinde sergilenen Le Serment des Horaces (Horas Kardeşlerin Yemini) isimli tablosudur. Fransız Devrimi'nden sonra dine ve kutsal kitaplara bağlılık yerine devlete ve Anayasa'ya sadakati öne çıkaran tabloların öne çıktığı yıllarda, David'in tablosu (önceden yapılmış olsa da) dönemin atmosferini yansıtan tablolardan biri olarak kabul görmüştür.

[1] Tüm bu konularda kapsamlı olarak bkz. Helen Silvin, “The Oath: I”, Yale Law Journal, Vol. 68(7), 1959, s. 1330-1390.; Helen Silvin, “The Oath: II”, Yale Law Journal, Vol. 68(8), 1959, s. 1527-1577. Ayrıca bkz. FP Bothma, Dissertation: A Legal History of Oath-Swearing, (Nort-West University, 2017).

[2] Bu yeminler için bkz. https://www.youtube.com/watch?v=Zn9KW5gcN60

https://www.youtube.com/watch?v=1HUyut-wPbg

[3] Yılmaz Alper Dede, “Modernleşme, Cumhuriyet ve Demokrasi Sacayağı Üzerinde Türk Modernleşmesinin Cumhuriyete Kazandırdığı Yeni Kompozisyon ve Günümüz Türkiyesi’nden Bazı Problemler”, Yeni Türkiye, Y. 4, 1998, s. 1738.

[4] 316 milletvekilinin 264’ü oylamaya katılmıştır. Bkz. TBMM Zabıt Ceridesi, İçtima 59, Cilt 1, 9 Nisan 1928, s. 119. İnternet ortamında metne ulaşmak için bkz. https://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d03/c003/tbmm03003059.pdf

[5] Bu metnin benzeri, milletvekilleri yönünden 81’inci maddede yer almaktadır.

[6] AYM, E. 1995/25, K. 1996/5, T. 02.02.1996.

[7] Bu metin geçmişte “Tanrımıza hamdolsun” ifadesiyle yürürlükteydi. Ancak bu ifade 2017 yılında yapılan değişiklikle birlikte “Allahımıza hamdolsun” biçimini almıştır. İçişleri Bakanlığı Jandarma Genel Komutanlığı'nın JGY 278-1(c) Jandarma Genel Komutanlığı Kışlaları Düzenleme Yönergesi konulu, 21 Kasım 2017 tarihli, 37927338-1000-2838551/Per. sayılı yazısı.

[8] ECtHR, Buscarini ve diğerleri v. San Marino, 24645/94, 18.02.1999.

[9] ECtHR, Alexandridis v. Yunanistan, 19516/06, 21.02.2008.

[10] ECtHR, Dimitras ve diğerleri v. Yunanistan (no. 2), 34207/08 ve 6365/09, 03.11.2011; ECtHR, Dimitras ve diğerleri v. Yunanistan (no. 3), 44077/09, 15369/10 ve 41345/10, 08.04.2013; ECtHR, Dimitras ve Gilbert v. Yunanistan (no.4), 36836/09, 02.10.2014.

bottom of page