top of page
Ara
  • Tolga Şirin

Anayasa Tarihi Yönünden Din Dersleri



Türkiye’de dinsel eğitim konusu, Osmanlı Devleti döneminde kapsamlı bir tartışma konusu değildir. Bu yöndeki esaslı tartışmalar, İmparatorluğun yıkılmasından sonra, Cumhuriyet döneminde gündeme gelmiştir. Bu yazıda din eğitimi, özellikle anayasaların hazırlık çalışmalarına ve gazete arşivlerine odaklanılarak, Türkiye anayasa tarihi perspektifinden aktarılacaktır.

(1) 1921 Anayasası Dönemi

1921 Anayasası (Teşkilât-ı Esasiye), esnek ve çerçeve bir anayasa olarak, devletin temel örgütlenmesi dışında herhangi bir hükme yer veren bir anayasa değildir. Dolayısıyla eğitim ve/veya din özgürlüğü konusunda da bir hüküm içermemektedir. Bu dönemdeki kanunlaştırma faaliyetlerine bakıldığında, konuyla ilgili olarak net ve tek bir düzenlemeye rastlanmamaktadır. Fakat yine de Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tutanaklarında konuyla ilgili bazı açıklamalara rastlanmaktadır.

Zabıt ceridelerine bakıldığında, kurucu mecliste, eğitimin millî olması gerekliliği üzerine yapılan vurgunun, eğitimin dinî olması gerekliliği savunusuyla beraber gerçekleştirildiği rahatlıkla söylenebilir. Örnek vermek gerekirse; mesela 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılmasından sonra kurulan Hükûmet’in programında, Türkiye’deki eğitimin dinî ve millî olması gerektiği yer almıştır.[1] Dönemin Eğitim Bakanı olan Hamdullah Suphi (Tanrıöver) bu bağlamda, parlamentoda söz alan milletvekillerinin dinî eğitim konusundaki taleplerinin meşru ve gerekli olduğunu ifade etmiştir. Meclis Başkanı Mustafa Kemal (Atatürk) de, 1921 Anayasası döneminde yaptığı bir meclis açılış konuşmasında, eğitimde Doğu ve Batı taklitçiliğinden uzak durularak, özellikle toplumun esasını oluşturan köylülere verilecek eğitimin dinî ve ahlakî malumatlar içermesini savunmuştur.[2]

Söz konusu vurguların bütünlüklü okumasından, dinsel eğitimde iki amaç ve hedef ortaya çıkmaktadır: Birincisi, uluslaşma sürecinin geç gerçekleştiği Türkiye’de dinin, uluslaşmanın bir öğesi olarak kullanılmak istenmesi; ikincisi ise din eğitiminin, toplumda din alanındaki yanlış kanaatlerin düzeltilmesi yoluyla yeni devletin modernleşme amacının gerçekleştirilmesinde kullanılmak istenmesidir.[3] Fakat bu anayasa döneminde savaş devam ettiği ve yeni bir ülke kurulma aşamasında olunduğu için konuyla ilgili kapsamlı bir uygulama ve yargısal yargısal pratik bulunmamaktadır.

Bu Anyasa dönemine ve 1924 Anayasası’nın yürürlüğe girmesinden kısa bir süre önce, 3 Mart 1924 tarihinde Tevhid-i Tedrisat (Eğitimde Birlik) Kanunu çıkartılmıştır. Tanzimat döneminden beri süregelen “mektepliler” ve “medreseliler” arasındaki ayrışmayı aşmak ve eğitimde birliği sağlamak amacı taşıyan[4] bu kanunun 4’üncü maddesi uyarınca medreseler kapatılmış ve Eğitim Bakanlığı’na bağlı imam ve hatip mektepleri ile İlahiyat Fakültesi açılmıştır.[5] Öte yandan Cumhuriyet döneminden önceki Kuran kursları varlıklarını devam ettirmişlerdir.

(2) 1924 Anayasası Dönemi

1924 Anayasası (Teşkilât-ı Esasiye Kanunu) Türkiye’nin (şimdilik) en uzun süre yaşayan anayasası olmuştur. 1924 Anayasası’nın yürürlüğe girmesinden sonraki ilk dört yıl devletin resmî dini İslam’dır.[6] Buna rağmen Anayasa’da din eğitimine ilişkin herhangi bir hüküm yer almamıştır. Gerçi Anayasa’nın 75’inci maddesinde “Hiçbir kimse felsefi inancından, din ve mezhebinden dolayı kınanamaz.” denmekte; 87’nci maddesinde “Kadın, erkek bütün Türkler ilk öğretimden geçmek ödevindedirler. İlk öğretim Devlet okullarında parasızdır.” hükmüne yer verilmektedir. Bu hükümlerin zorunlu eğitim bağlamında konumuzla ilgili bir güvence getirdiği düşünülebilecekse de böyle bir yorum zorlamadır. 1924 Anayasası döneminde, din eğitimi konusunda “anayasal sessizlik” söz konusudur. Keza, 1924 Anayasası hakkındaki meclis görüşmelerine bakıldığında da bu maddelerin tartışmasız şekilde kabul edildiği görülmektedir.[7] Ayrıca, Anayasa’nın 80’inci maddesinde “hükûmetin gözetimi ve denetlemesi altında ve kanun çerçevesinde her türlü öğretim serbesttir.” dendiği için bu anayasa döneminde konu, kanunî alana bırakılmış görünmektedir.

1924 yılında açılan “İmam ve Hatip mektepleri”, 1930 yılına kadar aşamalı olarak kapatılmıştır. İlahiyat fakültelerine yönelik talep yıllar içinde azalmış; 1933 yılında yeniden yapılanmaya giden Dârülfünûn, İstanbul Üniversitesi adını alırken, üniversitede, ilahiyat fakültesine yer verilmemiştir.[8] Laiklik ilkesinin kabul edilmesi sürecinde 1924’te liselerin, 1927 yılında ise ortaokulların programlarından din dersi kaldırılmıştır. İlkokullarda ise 1926 yılından itibaren verildiği dönem sayısı ve verildiği saatler azaltılan dersler, 1931’de öğretmen okullarından, 1935’te ilkokullardan ve en son 1939’da köy okullarından tamamen kaldırılmıştır.[9] 1930 yılında sadece 12 yaşından büyüklere namaz sureleri ve duaları öğretmek kaydıyla, Kuran kurslarının açılmasına izin verilmiştir.1930’lu yıllardan 1945’e kadarki tek parti yönetimi döneminde ise din eğitimi ailelere bırakılmış bir konu olmuştur. Buna rağmen, devlet kontrolü dışında gizli eğitim kurumlarının faaliyet sürdürdüğü ifade edilmektedir.[10]

Cumhuriyetin ilk yıllarında din eğitimine uluslaşma bağlamında önem atfedilmişse de laiklik ilkesinin hayata geçirilmesinde, devlet eliyle din eğitimine hiç yer vermemek şeklinde bir tercihte bulunulduğu anlaşılmaktadır. Bu bakımdan erken dönem Cumhuriyet uygulamasının, devletin din eğitimi de dâhil olmak üzere din meselesine müdahale etmemesi yönünde olduğu söylenebilir.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra “komünizm tehlikesi”ne karşı dinin ön plana çıkartılması gerektiği yönündeki söylemler ile çok partili hayata geçilip yeni kurulan Demokrat Parti’nin (DP) din eğitimi konusundaki propagandasının belli bir oy oranına tekabül etmesi, Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) din konusundaki tutumunu gözden geçirmesine neden olmuştur.[11] 1940’lı yılların sonlarında daha önce kapatılan imam hatip okulları, CHP yönetimi tarafından yeniden açılmaya başlanmış; DP’nin 1950 seçimlerini kazanmasından sonra,1950-1951 öğretim yılında seçmeli, 1951-1952 öğretim yılında öğretmen okullarının ikinci devrelerinin birinci ve ikinci sınıflarına haftalık birer saatlik zorunlu din dersi koymuştur.[12] Bunun nedeni, Millî Eğitim Bakanı Ahmet Tevfik İleri tarafından, “din eğitiminde Müslümanlık eğitimi verilmesi konusunda öğretmenlerin yetersizliği” olarak ifade edilmiştir.[13] İleri, parlamento dışında da bu derslerin devlet tarafından verilmemesi gerektiği düşüncesindedir. On göre aksi durum laiklik ilkesinin amacıyla çelişen olumsuzluklara yol açacaktır. 1953 yılındaki 5’inci Milli Eğitim Şurası’nda yaptığı bir konuşmada bu eğitimin devlet tarafından verilmemesi olasılığı için “o takdirde korkunç bir hadise vukua gelir. Mücadele etmeğe mecbur olduğumuz mahalle mektebi, mollanın mektebi postu serer” diyen Bakan, eğitimin devletin bir yükümlülüğü olduğunu; bu yolla gericilikle mücadele edileceğini savunmuştur.[14] Yani, geçmişte daha utangaç biçimde savunulan “devletin din eğitimi vermesi” konusu, 1950’li yıllardan itibaren daha açıkça, fakat laiklik ilkesi temelinde meşrulaştırılmaya çalışılarak savunulmuştur.

Ne var ki; 1950’li yıllarda yeniden başlayan kamusal din eğitimi uygulaması, özellikle akademisyenler tarafından tepki almıştır. Bu tepki, hukuksal alanda da karşılık bulmakta gecikmemiştir. Örneğin, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi anayasa hukuku profesörü Bülent Nuri Esen, bu konuda Danıştay’a bizzat dava açmıştır. Gelgelelim din eğitimi uygulamasının laiklik ilkesine aykırı olduğu iddiası, Danıştay tarafından kabul görmemiş ve bu ders laiklik ilkesiyle uyumlu bulunmuştur.[15] Danıştay’ın bu kararından sonra ortaokulların birinci ve ikinci sınıflarında isteğe bağlı din dersleri konulmuştur.[16] Valilikler kanalıyla ilgili okullara sunulan ve iki ana grubu içeren kararnamede, resmî ortaokullar ile buna muadil diğer okullarda Türk öğrencilerine verilecek din derslerinde İslamlığın iman, ibadet, ahlaka müteallik esasları üzerinden durulması ve bu dersler için Millî Eğitim Bakanlığınca öğretmen yetiştirilinceye kadar mevcut okul öğretmenlerinden faydalanılması, dersin öğrenci velileri tarafından istenip istenmediğinin ders yılı başında okul idarelerine tespit ettirilmesi; veli istemediği takdirde öğrencilerin bu dersten muaf tutulması bildirimi yapılmıştır.[17] Bu dönemde, aileleri tarafından din dersi alması istenmeyen Müslüman öğrenciler ve Müslüman olmayan öğrenciler sınıftan çıkarılmıştır. Öyle ki aileler, bu seçmeli derste sınıfta kalınmasına karşı bir imza kampanyası dahi düzenlemişlerdir.[18]

Danıştay, bu uygulamanın laiklik ilkesine uygun olduğunu söylese de özellikle 1950’li yılların ikinci yarısından sonra DP’nin laiklik ile ilgili pratikleri daha tartışmalı hale gelmiştir. Bu süreçte, bu gelişmeleri de içeren çok sayıda ek faktörün de sonucu olarak 27 Mayıs 1960’ta Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime el koymuştur.

(3) 1961 Anayasası Dönemi

1961 Anayasası, Türkiye’de Cumhuriyet döneminin yetiştirdiği ilk aydın kuşağının anayasal birikiminin yansıdığı bir anayasadır. Bu anayasanın hazırlık sürecinde görev alan uzmanların görüşlerinde, aydınlanma felsefesinin, Nazi tecrübesini yaşamış olan Avrupa’nın süzgecinden geçmiş izlerine ve laiklik ilkesine bağlılığa rastlanmaktadır. Bununla birlikte, özellikle anayasanın hazırlık sürecinde, laiklik ilkesinin nasıl bir din eğitimi gerektirdiği konusunda tartışma yaşanmıştır. Bu bağlamda belli sınırlar dâhilinde görüş ayrılıkları ortaya çıkmışsa da Anayasa’da, İnsan Hakları Mahkemesi’nin bugünkü kriterlerine uygun bir formüle yer verilerek, takdire şayan, vizyonlu bir yaklaşım sergilenmiştir.

Bu bağlamda dikkat çekici bir diğer konu da, tartışmalarda ileri sürülen argümanların günümüzün terminolojisine de uygun olmasıdır. Bu bakımdan 1961 Anayasası’nın hazırlık sürecinin hakkının teslim edilmesi ve yeniden anılması, bugünün tartışmaları açısından önem taşımaktadır.

(a) Temsilciler Meclisi Görüşmeleri

1961 Anayasası döneminde din eğitimi konusu anayasal düzeye taşınmış bir konu olmuştur. Bu konudaki ilk belirleme, 27 Mayıs darbesinden sonra kurulan “Yüksek Öğretim Kurulu Anayasa Komisyonu” tarafından hazırlanan anayasa ön tasarısında yapılmıştır. Bu tasarının 12’nci maddesinde din ve vicdan özgürlüğü düzenlenmiş; bu maddenin üçüncü ve dördüncü fıkralarında din eğitim ve öğretimine ilişkin hükümlere yer verilmiştir. Ön taslağın 3’üncü fıkrasına göre;

“Devlet, Anayasa esaslarına uygun olmak şartıyla, halkın çoğunluğunun ve gerekli görürse, azınlıkta olan din veya mezhep mensuplarının din ihtiyaçlarını veya din eğitim ve öğretimini sağlayacak kamu hizmetlerini koyar ve gereken teşkilâtı kurar.”[19]

Aynı maddenin 4’üncü fıkrasında ise şu hükme yer verilmiştir:

“Ergin kişiler ve küçüklerin kanunî temsilcileri kendiliğinden istemedikçe, kimse din eğitim ve öğrenimine tâbi tutulamaz.”[20]

Konunun taslakta düzenlenmiş olması, Anayasa’nın hazırlanmasında belirleyici olan ve Türkiye kamu hukukunun önde gelen isimleri arasında bir tartışmayı da beraberinde getirmiştir. Erken Cumhuriyet döneminden çıkış sürecinin önde gelen anayasa hukukçusu İlhan Arsel, konuyla ilgili muhalefet raporunda, 3’üncü fıkranın Anayasa’daki laiklik ilkesine ve siyasi partilerin laiklik ilkesine uygun hareket etmelerini zorunlu kılan hükmüne aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Arsel, devletin dini kurumlara maddi ve mali yardımda yapmak zorunda bırakılmasının laiklik ilkesine aykırı olduğunu, din ve devlet arasında “kalın duvarlar” inşa etmenin gerekli olduğunu savunmuştur.[21] Arsel’in, devletin din kurumuna ilişkin negatif veya pozitif yönden edimde bulunmaması şeklindeki laiklik yorumu, Lütfi Duran tarafından da desteklenmiş ve anılan fıkraya, laiklik ilkesinin, devletin din kurumuna karşı tamamen tarafsız kalmasını, bu kurum için olumlu veya olumsuz müdahalede bulunmamasını gerektirdiği ve siyasi partilere dinî propaganda yapma imkânı tanıdığı gerekçesiyle karşı çıkılmıştır.[22] Bu görüşlerle aynı yönde görüş bildiren Bahri Savcı, taslaktan ya laiklik ilkesinin ya da bu fıkranın çıkartılması gerektiğini ileri sürmüştür. Savcı, bu konudaki eğitimin aileye düşen bir görev olduğunun altını çizmiş, “gericilikle savaşın biricik yolu, süratle müspet bilim eğitimini gerçekleştirmektir. Bu itibarla, bu bakımdan da bu fıkraya lüzum yoktur.” şeklinde görüş bildirmiştir. Savcı’ya göre fıkranın kabul edilmesi hâlinde her türlü din ve mezhep, devletten doğrudan doğruya yardım isteyebilecek ve bu isteklerin sonu gelmeyecektir. Bu istek ve tatminsizlikler ise dini siyaset alanına getirecektir. İslam dininin devlet hayatına nüfuz etme vasfı olduğunun altını çizen Savcı, anılan fıkranın, İslam’ın devleti ve bütün toplumu kontrolü altına almasının kapısı olacağını ifade etmiştir.[23]

Bu yaklaşımlar üzerine; Muammer Aksoy, Münci Kapani ve Tarık Zafer Tunaya tarafından kaleme alınan Temsilciler Meclisi Anayasa Komisyonu Raporu’nda da 3’üncü fıkranın kaldırılması hâlinde din işlerini cemaatlerin serbestçe düzenlemesinin ciddi sorunlara yol açabileceği olasılığına dikkat çekilmiş ve fıkranın, bu kaydın dikkate alınması şartıyla laiklik ilkesine ve din propagandasını yasaklayan düzenlemeye aykırı olduğu ifade edilmiş[24]; Temsilciler Meclisi’ne sunulan metinden bu fıkra çıkartılmıştır.[25]

Taslağın zorunlu eğitimle ilgili 4’üncü fıkrası ise, özü aynen korunarak redaksiyondan geçirilmiştir. 19’uncu maddenin 3’üncü fıkrasına kaydırılan hüküm şu şekli almıştır:

“Din eğitim ve öğrenimi, ancak kişilerin kendi isteğine ve küçüklerin de kanunî temsilcilerinin isteğine bağlıdır.”

Bu fıkranın gerekçesinde ise bu fıkranın “vicdan hürriyetinin tabiî bir sonucu” olduğu ve “din eğitimine tâbi olup olmamayı, fertlerin isteğine bıraktığı” ifade edilmiştir.[26]

Aktarılan fıkranın Temsilciler Meclisi’ndeki görüşmelerine bakıldığında ise bu fıkranın din eğitimine özgürlük getirir şekilde algılandığı anlaşılmaktadır. Mesela “Dinimizin ahkâmını öğrenme imkânına sahip değiliz” diyen ve dinin teşkilatlanmasının bir gereklilik olduğunu söyleyen Abdülhadi Toplu’nun, “İnkılapları teminata bağlamak” için fıkranın korunması gerektiğini savunmuş olması bunun bir örneğidir.[27]

Bu yeni duruma ilişkin tereddütlerini ileten üyeler de yok değildir. Örneğin Cevdet Aydın, hükme karşı çıkmamakla birlikte bu işin cemaatlere ve özel kurumlara bırakılmaması gerektiğini, devlet tarafından verilmesi gerektiğini[28] ifade etmiştir. Alâettin Ergönenç, nüfusunun yüzde 95’i Müslüman olan bir toplulukta azınlıkta kalanlar dışında çocuğuna din dersi verilmesini istemeyeceklerin sayısının az olduğunu, bu kadar insanı “çocuklarımıza din dersi verilmesini istiyoruz” şeklinde dilekçe vermeye zorlamanın sorun yaratabileceğini[29] söyleyerek, hükmün kaleme alınma biçiminde farklılaşmaya gidilmesini önermiştir. Bu söylemler, dikkat çekse de azınlıkta kalmıştır.

Sonuç itibarıyla 1961 Anayasası’nın konuyla ilgili düzenlemesi şu şekli almıştır:

“Din eğitim ve öğrenimi, ancak kişilerin kendi isteğine ve küçüklerin de kanûnî temsilcilerinin isteğine bağlıdır.”

Bu bakımdan Temsilciler Meclisi’ndeki tartışmanın, “kural olanın dersin verilmesi ve istisnanın muafiyet mi olacağı” yoksa tersinin mi geçerli olacağı noktasında olduğu söylenebilir. Fakat dersin zorunlu tutulmaması ve kişinin isteğine (reşit olmayanların kanunî temsilcilerinin isteğine) tâbi olması noktasında bir mutabakatın olduğu gözlemlenmektedir.[30]

(3) 1961 Anayasası Dönemindeki Uygulama ve İçtihat

1961 Anayasası dönemindeki uygulama, kural olarak, çocuklarına din dersi verilmemesini değil, verilmesini isteyen velilerin okul yönetimine başvurması yönünde olmuştur.[31]1961 Anayasası’nın yürürlüğe girmesinden sonra belli bir süre devlet eliyle din dersi verilmemiştir. Fakat Adalet Partisi’nin (AP), 1965 yılındaki seçim zaferinden sonra, başta anayasa hukukçusu Ali Fuat Başgil olmak üzere Adalet Partisi’ne yakın isimler, din eğitiminin önemine ilişkin vurgularını ön plana çıkartmıştır.[32] AP milletvekilleri, ortaokul ve liselerde Kuran okutulması için din dersi konulmasını açıkça talep etmeye başlamış[33], bu konuda Bakanlığa bir muhtıra sunulmuştur.[34]

12 Mart 1971 yılındaki askeri müdahaleden sonra ise bu talepler daha somut şekilde karşılık görmüş ve verilmeye başlanan din derslerinin kitapları da diğer derslerden farklı olarak, ücretsiz dağıtılmıştır.[35]

1974’teki 9. Millî Eğitim Şûrası’nda “bölünmez bir bütün halinde milli şuur ve ülküler etrafından yüceltilmeyi, milleti çağdaş uygarlığın yapıcı, yaratıcı bir ortağı yapmayı öngören inancı paylaşma ortamı hazırlamak” amacı taşıdığı iddia edilen ahlak dersinin öneminden söz edilmiştir[36]. Şûra’da “Din Bilgisi dersi, isteğe bağlı olarak ve 6. ve 7. sınıflarda haftada birer saat yer alır” kararı verilmiştir. Aynı yıl, ilkokul 4. ve 5. sınıf, ortaokul ve liselerin bütün sınıflarına haftada birer saatlik zorunlu ahlak dersi konulmuş,[37] 1976 yılında Talim ve Terbiye Kurulu kararıyla ortaokul ve lise 3. sınıflarda isteğe bağlı birer saat din bilgisi dersi verilmeye başlanmıştır. Ayrıca, 1976 yılında okullara gönderilen bir genelgede, din bilgisi dersinin uygulanışı konusunda “Dinin pratik kısmını teorik kısmından ayırmanın mümkün olmayacağından cihetle, namaz, abdest gibi konular işlenirken öğretmen ve öğrenciler okulun müsait bir yerinde veya sınıfta uygulama çalışması yapabilirler” denerek, dersin teoriyle sınırlı kalmayacağı ifade edilmiştir.[38]

Derslerle ilgili genel seyir, 1960’ların ortasında, Demokrat Parti’nin devamı olan Adalet Partisi’nin, bu konuyu siyaset gündeminde tutması, 12 Mart darbesinden sonra hukuksal temelini güçlendirmesi ve 1970’li yılların ikinci yarısından sonra eğitim sürecinin farklı aşamalarında hem teorik, hem de pratikte “İslam dersi” benzeri bir dersin verilmeye başlanması şeklinde olmuştur. Bu dersin zorunlu olması gerektiği ifade edilmeye başlanmışsa da, Anayasa’nın açık hükmü karşısında bu dersler, en azından teorik olarak seçmeli olmaya devam etmiştir. Ahlak dersi ise zorunlu dersler arasında tutulmuştur.[39]

Bu gelişmelerin yanı sıra, 1961 Anayasası döneminde konuyla ilgili dikkat çekici karar Millî Nizam Partisi’nin kapatılmasına ilişkin Anayasa Mahkemesi kararıdır. Bu kararda söz konusu partinin kapatılma nedenlerinden biri de “din derslerinin mecburi olmasını istemesi” olmuştur.[40]

(4) 1982 Anayasası’nın Hazırlık Çalışmaları

1982 Anayasası, Soğuk Savaşın ürünü olan millî güvenlik doktrinine, daha özel olarak Türk-İslam sentezine yaslanan bir anayasadır.[41] Bu anayasa, ilk hâliyle[42], devlet ve toplum ilişkilerinde bireylere, toplumsal örgütlü gruplara ve çalışan kitlelere karşı devleti; toplum içi ilişkilerde emeğe karşı sermayeyi, gence karşı yaşlıyı, kadına karşı erkeği kayıran; devlet içi iktidar ilişkilerinde askeri bürokrasi ile merkezî otoriteyi güçlendiren ve özerkliği zayıflatan, ideolojik anlamda gelenekçi, maneviyatçı ve tutucu milliyetçi bir anayasadır.[43]

Danışma Meclisi Anayasa Komisyonu Başkanvekili tarafından “hümanist ve Türk’ü ihmal etmiş” olduğu iddia edilen 1961 Anayasası’nın aksine “Türk’ü ele almış ve hümanizmi bir kenara itmiş” olduğu söylenen 1982 Anayasası, Anayasa Komisyonu sözcüsü tarafından “Allah korkusuyla hazırlanmış” bir anayasa olarak tarif edilmiştir.[44] Dolayısıyla Anayasa’nın anılan karakterinin, din eğitimi konusunda endoktrine etme eğilimine yabancı sayılmadığı rahatlıkla söylenebilir. Ayrıca Anayasa’da laiklik ilkesine yer verilmişse de bu konudaki hassasiyetin 1961 Anayasası’nın hazırlık sürecine göre farklılık taşıdığı da ileri sürülebilir. Nitekim bu, Anayasa’daki eğitim hükmü ve onunun görüşmelerinde de karşılık bulmuştur.

(a) Danışma Meclisi Görüşmeleri

12 Eylül 1980 darbesinden sonra oluşturulan Millî Güvenlik Konseyi’nin yaptığı ilk işlerden biri, din eğitiminin zorunlu hâle getirmek olmuştur. Anayasasızlaştırmanın[45] gerçekleştiği dönemde Millî Güvenlik Konseyi, ilk ve orta öğretim ile lisede din eğitimini zorunlu hale getirmiş; devlet başkanı Kenan Evren, 3 Temmuz 1981 günü Erzurum’da yaptığı konuşmasında din dersinin zorunlu olacağını açıklamıştır. Evren, daha sonra yine Erzurum’da Anayasa’yı tanıtmak için yaptığı mitingde “çocuklarınızı gizli Kuran kurslarına göndermemenizi istemiştim. İşte bunu Anayasa’ya koyduk. Bu suretle çocuklarımıza dinleri, diyanetleri, aziz Atatürk’ün söylediği gibi, Devletin okulunda, Devletin eliyle öğretecekler.” demiştir.[46] Evren’in dersin zorunlu kılınmasına yönelik bu yaklaşımı, Danışma Meclisi üzerinde adeta emir telakki edilmiştir.

Gerçi bu konu, 1982 Anayasası’nın hazırlık sürecinde tamamen tartışmasız olmamıştır. Anılan dönemde Anayasa Komisyonu üyeleri tarafından hazırlanan taslakta, din eğitimi konusunda 1961 Anayasası’ndaki düzenlemenin aynen korunduğu ve hükme “Din eğitimi ve öğretimi devletin denetim ve gözetimi altında yapılır” hükmünün eklendiği görülmektedir.[47] Bu fıkranın gerekçesinde ise “maddenin dördüncü fıkrası, dinî eğitim ve öğretimde Devlet denetim ve gözetimini getirmektedir. Bu suretle dinî eğitim ve öğretimin amacına uygun surette yapılması sağlanmak istenmiştir. Bu husus laiklik ilkesine aykırı düşmez; din ve devlet işlerinin ayrılmasını ifade eden laiklik ilkesinin gereği, devletin din hizmetlerine kayıtsız kalması değil, fakat devlet işlerine dinin karıştırılmamasıdır.” denmiştir.[48]

Din dersini, anayasal düzeyde zorunlu hâle getirmeyen bu taslak eleştiri konusu olmuştur. Danışma Meclisi tutanaklarında bu konuyu ilk kez Anayasa Komisyonu üyesi, emekli Tümgeneral ve daha sonradan Adalet Partisi’nin siyasî mirasçılarından biri sayılabilecek, Büyük Türkiye Partisi’nin yöneticisi olan Tevfik Fikret Alparslan gündeme getirmiştir. Alparslan, Anayasa Tasarısı’nın 24’üncü maddesinin 3’üncü fıkrasına koyduğu şerhinde bu dersin zorunlu olması gerektiği savını şu cümlelerle savunmuştur:

“Din ve ahlak eğitimi ilk ve orta öğretimde mecburî olmalıdır. Köyler ve kırsal bölgelerde de din eğitimi sağlanmalıdır. İl ve ilçelerde devlet elindeki imkânlarla din eğitimi yaptırılabilir. Köy ve kırsal alanlarda ise devletin bu imkânı bugün için yoktur. Dolayısı ile buralarda din eğitimi yaptırılamaz. Okuma-yazma bilmeyen kız, erkek çocuklarımız ve vatandaşlarımızda mevcuttur. Bunların din eğitimi nasıl ve hangi imkânlarla yapılacaktır. Burada bir boşluk ve noksanlık kalmaktadır. Din ve ahlak bilgisine sahip vatandaş ülke için daima yararlıdır.”[49]

Bu sav, çok sayıda Danışma Meclisi üyesi tarafından desteklenmiş ve Anayasa Komisyonu eleştiri yağmuruna tutulmuştur. Öyle ki; 1961 Anayasası metninin “dine konan yasaklar ve dinsizlik özgürlüğü gibi olduğu” ve taslakta bunun korunmasının 12 Eylül’den sonra gerçekleşecek “en önemli gelişmeyi, daha doğmadan öldürmeyi hedef almış göründüğü”[50] dahi ifade edilebilmiştir. Söz alan üyelerin, bir tür gözdağı vermek anlamına gelen, Milli Güvenlik Konseyi’nin bu konudaki kararına ve Kenan Evren’in açıklamalarına yapılan atıfları[51] üzerine, maddeye sehven konulduğu söylenen[52] bu düzenleme, Anayasa Komisyonu tarafından geri çekilmiştir.[53]

Dersin zorunlu olması konusunda genel bir eğilim mevcut olmakla birlikte eleştiri getiren ve alternatif öneren üyeler de yok değildir. Örneğin emekli orgeneral Ethem Ayan, öncelikle dersin isteğe bağlı olması gerektiği yönündeki ifadenin kaldırılmasının yerindeliğine vurgu yapmıştır. Fakat zorunlu olduğu yönünden bir ifadeye yer verilmesinin de gerekli olmadığını ileri sürmüş, hiçbir ders için gerekli olmayan “mecburiyet” deyiminin, bu ders için de konmasının gerekli olmadığını, hatta birtakım sakıncalar yaratabileceğini ifade etmiştir. 1961 Anayasası döneminde TBMM kanunlar müdürlüğü şefliği yapmış olan Kazım Öztürk’ün öncü olduğu dokuz üye ise “Din ve ahlak öğretimi, temel ve ortaöğretim kurumlarında diğer dersler gibi Devletin denetim ve gözetimi altında yapı­lır. İslam dinine mensup olmayan kişilerin din ders­lerini takibi isteklerine bağlıdır.” şeklinde bir formül önererek, bu dersi diğer derslerle eş hale getirmiş; isteğe bağlılığı İslam dinine mensup olmayanlara özgülemek istemişlerdir. Bu önerge de reddedilmiştir.[54]

Yani 1982 Anayasası’nın hazırlık sürecinde dersin isteğe bağlı olması hükmünün kaldırılması noktasında bir mutabakat bulunmaktadır. Buna karşılık, dersin diğer derslerle aynı statüde mi olacağı, yoksa ondan farklı olarak zorunlu mu olacağına yönelik bir düzenlemeye yer verilmesinin gerekliliği konusunda fikir ayrılığı oluşmuştur. Bunun dışında Müslüman olmayan kişilerle ilgili özel bir hükme yer verilmesi konusu da (daha az da olsa) tartışmalı olmuştur.

Tutanaklarda dikkat çeken bir diğer nokta da, söz alan üyelerin “din”den bahsetmekle birlikte, bu dinin ismini söylememeleridir. Fakat konuyla ilgili örneklemelerde yapılan atıflardan, din kavramından bahsedilirken Sünni İslam’a atıf yapıldığı anlaşılmaktadır.[55] Öte yandan bu konuya değinilirken 1961 Anayasası’nın aksine Alevilikten veya Müslüman olmayanlardan bahsedilmemiş olması da dikkate değer bir durumdur. Burada Danışma Meclisi üyelerinin görüşlerine yer vermek mümkün olmasa da, temel eğitimin millî bir karakter kazanması ekseninde sürdürülen bu tartışmalarda dil ve din birliğinin “bunların, milletin kaynaşmasının esası olduğu” söylenerek vurgulandığı aktarılabilir.[56] Söz alan Danışma Meclisi üyeleri “din eğitimine, millî dayanışmayı ve bütünlüğü sağlayıcı bir anlam” vermişlerdir.[57] Ayrıca Bu eğitime, “bazı değerleri körpe yaştaki yavrularımızın yüreğine serpmek”, “imanlı bir nesil yetiştirmek”,[58] “bireylerin inançsız olmasının yaratacağı olumsuzluğa karşı toplumu manevi değerlerle donatılmış kılmak”[59] gibi işlevler yüklediği görülmektedir. Bu bakımdan, 1961 Anayasası döneminde Anayasa Komisyonu üyelerinin din eğitiminin endoktrine edici nitelik taşımaması yönündeki kaygılarının, 1982 Anayasası’nın hazırlık sürecinde mevcut olmadığı, aksine bizzat yönde temennilerin açıkça dile getirilebildiği görülmektedir. Ayrıca yine bir karşılaştırma yapmak gerekirse; 1961 Anayasası hazırlanırken üyeler arasındaki mutabakat, dersin isteğe bağlı olması noktasındadır. Tartışmanın ise, isteğin, dersi almak için mi yoksa muaf olmak için mi sunulması gerektiği yönündedir. Oysa 1982 Anayasası hazırlanırken mutabakat, dersin isteğe bağlı olmaması noktasındadır. Bu bağlamda tartışma ise söz konusu zorunluluğun Anayasa’ya açıkça yazılmasının gerekliliği noktasında olmuştur.

Ayrıca, din eğitiminin birleştirici ve millîleştirici niteliğini öne çıkartan vurgu, dinin kontrol altında tutulması bağlamında benzerlik göstermektedir. Gelgelelim, 1982 Anayasası’nın hazırlık sürecinde din eğitimine verilen anlam, 1921 Anayasası dönemindeki Fransız Devrimi’nden esinlenen ulus-devlet inşası amaçlarına katkıda bulunma aracı olmaktan ziyade, “komünizm tehdidine karşı bir engelleme aracı işlevi görmesi” ve “dindar ve imanlı bir nesil yetiştirme” amacına yönelmesi[60] olmuştur. Bu bakımdan din eğitimine yüklenen anlam, laik ve ulus-devletçi olmaktan çok, Yeşil Kuşak projesinin uzantısı olan Türk-İslam sentezciliğine dayanmaktadır. Tutanakların tamamından çıkan izlenim, din eğitimine, bir yandan Müslüman olmayanları dışlayan yanıyla millî, Aleviliği yok sayan tavrıyla asimilasyonist ve belli bir türde nesil üretmeye yapılan göndermeler yönünden endoktrine edici bir anlam yüklendiğidir.

Tüm bunların dışında, hazırlık çalışmalarında, din eğitiminin Milli Eğitim Bakanlığı’nın yetkisi içinde ve laik okullarda[61], laiklik ilkesine sadık kalınarak[62] yapılması konusunda yapılan vurgular yine de kaydedilmelidir. Bu vurgular, bu konuda öyle veya böyle belli bir hassasiyetin varlığının göz ardı edilememesini sağlamaktadır.

(b) Milli Güvenlik Konseyi Görüşmeleri

12 Eylül darbesini gerçekleştiren Genel Kurmay Başkanı ve dört kuvvet komutanının başkanının üyesi olduğu Milli Güvenlik Konseyi’nde de söz konusu dersle ilgili tartışma yapılmıştır. Konsey’in üzerinde çalıştığı metinde konu, “Din kültürü ve ahlak öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında zorunlu dersler arasında yer alır.” şeklinde düzenlenmiştir. Tutanaklarda, fıkrayla ilgili üç farklı noktanın üzerinde durulduğu görülmektedir. Bunlar; dersin eğitim programında okutulan diğer derslerden farklı bir yanının olup olmadığı, azınlıkların durumu ve dersin içeriği ile ilgilidir.

Tartışmanın başında Tahsin Şahinkaya, fıkraya “okutulan dersler” veya “okunan dersler” şeklinde bir ifadenin eklenmesini önermiş; bu bakımdan söz konusu derse ilişkin zorunluluğun, tıpkı diğer dersler gibi müfredatta bulunmasının zorunluluğu anlamına geldiğini ileri sürmüştür.

“Okullarda din dersini, diğer zorunlu dersler meyanında okutacak isek de, belki de gelecekte ‘Anayasada hüküm vardır, mekteplerde din dersleri mutlak okutulması gerekir’ diye, bunun daha da geniş çapta okutulması tehlikesi beliriyor. O yönü de, acaba -her ne kadar dinin bu okullarda mutlaka okutulmasına inanıyorsak da- ‘İlköğretim ve ortaöğretim kurumlarında okunan dersler arasında yer alır” desek?’ ‘Okunan dersler arasında yer alır’ deyince, aynen tarih, coğrafya gibi, matematik gibi bu dersleri de koyacaklarından, onlar gibi yer aldığı için, daha yumuşatıcı ve daha makul şekilde bir ifadenin vücuda geleceğine inanıyorum sayın başkanım.”[63]

Devlet başkanı ve Konsey başkanı Kenan Evren ise buna karşı bir açıklama yapma gereği duymuştur. Evren, konuya ilişkin görüşünü şu sözlerle açıklamıştır:

“Okullarda değil, diğer yerlerde, mesela Kuran kursları açılıyor; Kuran kurslarında hem eğitim var hem de öğretim var; yani, hem Kuran'ın nasıl okutulacağının öğretimi yapılıyor, hem de namazın nasıl kılınacağı, abdestin nasıl alınacağı, cenaze namazının nasıl kılınacağının eğitimi yapılıyor. Bunlar da Devletin gözetimi alındadır. Yalnız öğretimi der isek, burada “eğitimi” çıkarır isek, o takdirde ‘Ben eğitim yaptıracağım’ diye bir yer açarlar; Devletin gözetimi altında olmayabilir. (…) Din kültürü veriyoruz, din dersi değil; yani, dinin tarihi, dinimizin kuralları içerisinde öğretilmesi lazım gelen hususları bu çocuklara öğreteceğiz. ‘Din dersi’ deyince, Kuran-ı Kerimi baştan alıp, sonuna kadar... O değil... Çocuk, ilkokulu veya ortaöğretimi bitirdiği zaman bir din kültürüne sahiptir: İslamiyet nedir? Nasıl doğmuştur? Nasıl gelişmiştir? Orada ‘eğitimi’ koymadık; ‘Din kültürü ve ahlak öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında zorunlu dersler arasında yer alır.’ ‘Dersler arasında yer alır’ desek ne olacak, ‘Zorunlu dersler arasında’ desek ne olacak?”[64]

Bunun üzerine Tahsin Şahinkaya bu dersin, diğer temel derslerden farkı olmadığının altını yeniden çizmiştir:

“Okutulan dersler arasında yer alır. Yani, bir tarihten, coğrafyadan, matematikten vazgeçmeyeceği gibi, bu okullarda, bu din dersinden de vazgeçilemez. Bunu da onun gibi, okunan dersler mahiyetinde değerlendirip okutalım Sayın Başkanım. Gerçi bu da bir nevi zorunlu dersler mahiyetindedir.”[65]

Aynı vurgu Muzaffer Başkaynak tarafından da yinelenmiştir. Başkaynak’ın açıklamalarında kullandığı dil, söz konusu dersin İslamiyet merkezli olduğuna da açıklık kazandırmıştır:

“Sayın Başkanım, ilk ve ortaöğretimde özellikle tarih, coğrafya, matematik, fizik, kimya dersleri genel kültür dersleri meyanındadır. Maddenin yazılış biçimine göre din kültürü de o dersler meyanında verilecektir. Ne var ki, bundan önceki tatbikatlarda bunun verilmesi zorunlu olmasına rağmen, Anayasa yer almadığı için veya emredici hüküm bulunmaması nedeni ile bu konularda öğrencilerimiz veya Türk vatandaşları yeterince bilgi sahibi olamamışlardır. Özellikle herhangi bir yabancı ülkenin bütün özelliklerini bilmiş olmalarına, belki onun ötesinde, yabancı ülkelerin din kültürüne ait bazı bilgi sahibi bulunmuş olmalarına rağmen, İslamiyet veya kendi dinleri hakkında herhangi bir kültürü sahibi bulunmamaktadırlar. Buradaki murat, bunun, tarih, coğrafya ve kimya dersleri gibi kültür olarak verilmek zorunluluğunu vurgulamaktadır; ama din öğrenimine gelince, onu mutlak tutmaktadır.”[66]

Başkaynak, bu tespitinden sonra Müslüman olmayan kişilerin durumu üzerinde de durarak, konunun başka bir boyutunu da tartışmaya açmıştır.

Bu bağlamda Müslüman olmayan kişilerin “yabancı” şeklinde tanımlanması da Millî Güvenlik Konseyi üyelerinin kafa yapısı hakkında fikir vermektedir:

“[Ders], yalnız Türk vatandaşlarına değil, Türkiye’de bulunan yabancı vatandaşlara da hitap etmektedir. Zaten onlar, zannediyorum bu konuda kendi kültürlerini uygulamaktadırlar (…) Uluslararası sözleşmelerimizde, Lozan Antlaşmamızda yabancıların Türkiye’deki okullarında kendi dinlerine yönelik kültür verecekleri hakkında hükümler bulunmaktadır ve bunlar saklı tutulmaktadır; Türkiye Devleti bunlara karışmamaktadır. Müstakilen yabancıların okuduğu bu okullarda kendi din kültürü dersleri okutulmakta; ama Türk öğrenciler ona katılmamaktadırlar. Sanırım ki, bundan böyle, oradaki yabancılar için kendi dinlerinin ders olarak, kültür olarak verilmesinin yanında Türk olan veyahut da İslam Dinine mensup kişiler de, bilmecbûriye, bundan böyle, yabancıların okuduğu din kültür saatlerine hasren veya aynı derste aynı saatlerde İslamiyet kültürünü okuyacaklardır. (…)Yabancı okulların müfredat programları, Devletin gözetimi ve denetimi altındadır. Tabiî, onların kendi din dersleri saatlerinde, Müslüman olan öğrencilerin kendi din kültürlerini almak konularını müfredatlarına alacak ve onaylayacaktır.”[67]

Bu konudaki tartışma bu tespitle tamamlandıktan sonra, söz alan diğer üyeler bu dersin konulma amacının, gelecekte istismar edilmemesi için tutanaklara geçmesi konusunda hassasiyet göstermişlerdir. Nurettin Ersin’e göre:

“Efendim, Hava Kuvvetleri Komutanımızın işaret ettiği ‘zorunlu dersler arasında yer alır’ konusunun tabiî bir ihtiyaçtan doğduğu için konuşmuş olduğu aşikârdır. Yoksa ilke laikliğe aykırı bir ders eğitimi manası taşımıyor. Cümlenin başında da ‘din kültür ve öğrenimi’ ifadesi bulunduğuna göre, Komisyon’un da şimdi açıkladığı gibi ‘zorunlu dersler’ denmesinde bu açıklamadan sonra mahsur yoktur. Bunun, ileride gelecek iktidarlar zamanında istismar edilmemesi için, zabıtlara bu şekilde geçmesinde büyük yarar vardır. Çünkü 1961 Anayasasında böyle bir kayıt yoktu, serbest bırakılmıştı, bu serbestlik, din kültürünün verilmesinde hiçbir zaman başarılı olmamış birçok kişi, din bilgisinden mahrum kalmıştı. Bizim maksadımız, bu din kültürü ve öğrenimi bu tarzda vermektir. Yoksa asla kimseyi dinin bütün gereklerine doğru zorlamak değil; din kültürü almasını sağlamaktır. Çünkü ülkelerde toplumun birleştirici unsuru olarak din mevcut olduğuna göre, bunu herkesin bilmesi kadar çok tabiî bir şey yoktur! Özellikle Türk toplumu büyük bir ekseriyetle İslam dinine girdiğine göre, o halde bu imkânı kendilerine sağlamak ve bilgileri başka yerden alacakları yerde, devletin kontrolü altında almalarını sağlamak çok daha uygun olacaktır. Binaenaleyh, burada ‘zorunlu’ kelimesinin bu tarzda açıklanması, hiçbir zaman laikliğe aykırı değildir ve istismara müsait bir şekilde kullanılmamalıdır. Bu husus, zabıtlara, zatıâlinizin de açıkladığı gibi, böyle geçerse, o zaman öğretim kurumlarında zorunlu derslerin yanına, ‘okutulan zorunlu dersler’ şeklinde, başına da bir de ‘okutulan’ kelimesini de koymak suretiyle uygun olabileceği kanısını taşıyorum efendim.”[68]

Bu açıklamaları destekleyen Kenan Evren, ailelerin, geçmişte din eğitimi verilmemesinden dolayı hem lise diploması alması hem de asgari din eğitimi görmesi için çocuklarını İmam-Hatip okullarına gönderdiğini ifade etmiştir. Evren, yeni madde ile bu sorunun aşılacağını, maddede din veya ahlak değil de din ve ahlak dendiği için de iki dersin iç içe geçmiş şekilde alınacağını söylemiştir. Bu açıklamalardan sonra taslak madde, “okutulan” ifadesi eklenerek oy birliği ile kabul edilmiştir.[69]

Dersin zorunlu olması konusunda, Milli Güvenlik Konseyi üyelerinin de tıpkı Danışma Meclisi üyeleri gibi, hatta onlardan daha fazla istekli oldukları görünmektedir. Bu tartışmalarda dikkat çekici nokta, dersin Matematik, Türkçe, Fen Bilgisi derslerinden daha önemli sayılmaması, onlarla aynı muameleye tabi olması konusunda bir istencin bulunmasıdır. Bu istenç, zaten zorunlu olan ahlak dersinin içine geçecek bir din kültürü dersi konması eğilimine ve bu derse de bir tür milli bütünleşmeyi sağlayacak olan “İslamiyet’e Giriş” dersi anlamı yüklenmesine rağmen geçerlidir.

Tutanaklardan görünen odur ki; diğer derslerin ismi Anayasa’da geçmemesine rağmen; bu dersin geçmesinin nedeni, 1961 Anayasası’na tepkidir. Bu bakımdan dersten muafiyet olasılığının tam olarak dışlanmadığı, iyimser bir yaklaşımla da olsa, söylenebilir.

Tutanaklarda dikkat çeken bir diğer nokta da milli bütünlüğü sağlayacağı düşünülen bu dersten bahsederken, verilen örneklerde Sünni İslam pratiklerine atıf yapılması ve diğer mezheplerin akla dahi gelmemesidir. Ayrıca yine dikkat çekici bir diğer nokta da özellikle Başkaynak’ın açıklamalarında, Müslüman olmayan vatandaşlara yönelik “yabancı” ifadesini kullanıyor olmasıdır. Bu söylemlere yönelik diğer üyelerin sessizliği de, Konsey’in nasıl bir zihniyet içinde olduğunu da gözler önüne sermektedir. Dolayısıyla Anayasa metninin esas belirleyicisi olan Millî Güvenlik Konseyi, bu dersin Anayasa’da varlığını, Türk-İslam sentezciliği perspektifinden ve reaksiyonel nedenlerle haklılaştırmak istemiştir.

Şimdi, buraya kadar yazılanlardan hareketle bir toparlama yapmak gerekirse tutanakların şu şekilde bir tablo yapmamıza imkân tanıdığını söyleyebiliriz:

ANAYASA HAZIRLIKLARINDA TARIŞMALAR


1982 Anayasası'ın arkaplanındaki düşünce yapısı uluslararası insan hakları hukuku ve anayasalcılık akımının özüyle uyumlu değildir. Buna karşılık, 1961 Anayasası'nın metni ve bu bağlamda üzerinde durulan hassasiyetler, günümüz insan hakları hukuku kriterleriyle ve din ve vicdan özgürlüğünün gerekleriyle uyumludur. Bu uyumun nedenleri ise bir başka yazının konusu olacaktır.

DİPNOTLAR

[1] TBMM Tutanak Dergisi, Dönem I, C.I, s. 241-242’den aktaran Eyüp Şimşek, “Atatürk'ün Din Eğitimi ile İlgili Görüşleri”, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S. 45, 2011, s. 221.

[2] Necdet Öklem, Atatürk Döneminde Darülfünûn Reformu, (İzmir: Ege Üniversitesi Matbaası, 1973), s. 14-15.

[3] Şimşek, s. 392.

[4] Reşat Kaynar, Türkiye’yi Laikleştiren Yasalar, Ankara: ATDTYK, 1998, s. 19.

[5] Kanun’un 4’üncü maddesi şu şekildedir: “Maarif Vekaleti yüksek diniyat mütehassısları yetiştirilmek üzere Darülfünunda bir İlahiyat Fakültesi tesis ve imamet ve hitabet gibi hidematı diniyenin ifası vazifesiyle mükellef memurların yetişmesi için de aynı mektepler küşat edecektir.”

[6] 1928 yılında dinsel ifadeler Anayasa’dan ayıklanmıştır. 1937 yılında laiklik ilkesi girmiştir.

[7] A. Şeref Gözübüyük/Zekai Sezgin, 1924 Anayasası Hakkındaki Meclis Görüşmeleri, (Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İdari İlimler Enstitüsü, 1957), s. 100, 429 ve 435.

[8] Halis Ayhan, Türkiye'de Din Eğitimi, (İstanbul: Dem Yay, 2014), ss. 47-49.

[9] Şimşek, s. 394.

[10] A.g.y., s. 396. "Açtığı okulda din dersi veren bir kadın yakalandı", Cumhuriyet, 09.03.1958, s.2.

[11] Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasi Partiler 1859-1952, (İstanbul: Arba Yay., 1995), s. 201.

[12] “İlkokullarda Din Dersleri”, Cumhuriyet, 05.11.1950, s. 3.

[13] Sabahattin Nal, “Demokrat Parti’nin 1950-54 Dönemi Din Siyaseti”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, C. 60, S. 3, 2005, s. 158.

[14] A.g.y.; İsmet Parmaksızoğlu, Türkiye'de Din Eğitimi, Ankara: MEB, 1966, s. 30.

[15] Danıştay, E. 1952/186, K. 1953/73, T. , Karar metni için bkz. Danıştay Kararları Dergisi, C. 42, ss. 53-54. Esen’in açtığı ilk dava, çocuklarının henüz din dersi verilmekte olan sınıflarda okumaması nedeniyle menfaat yokluğundan reddedilmiştir. “Mekteplere Konan Din Derslerinden Doğan Dava”, Cumhuriyet, 01.07.1951, s. 3. Esen’in, çocuklarından birinin din dersi verilen sınıfa geçmesi üzerine tekrarladığı davada Milli Eğitim Bakanlığı müşaviri İsmail Hakkı Ülgen bu dersi, karşılaştırmalı hukuk uygulamalarına da değinerek iki saat süren bir konuşmayla savunmuştur. Bkz. “İlkokullarda Yapılan Dini Tedrisat Davası”, Cumhuriyet, 27.11.1953, s. 8.

[16] Şimşek, s. 400.

[17] “Okullarda Din Dersi Nasıl Okutulacak?”, Cumhuriyet, 11.10.1956, s. 7.

[18] “Din Dersi İhtiyari Olduğuna Göre”, Cumhuriyet, 11.11.1959, s. 11.

[19] Kazım Öztürk, İzahlı, Gerekçeli, Anabelgeli ve Maddelere Göre Tasnifli Bütün Tutanakları ile Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, C.1, Ankara: Türkiye İş Bakası Kültür Yay., 1966, s. 28.

[20] A.g.y.

[21] A.g.y., ss. 87-88.

[22] A.g.y., s. 120.

[23] A.g.y., ss. 171-172.

[24] A.g.y., s. 457.

[25] A.g.y., s. 1342.

[26] A.g.y., s. 1342.

[27] A.g.y., ss. 1345-46.

[28] A.g.y., s. 1351.

[29] A.g.y., s. 1352.

[30] Değişiklik önergeleri için bkz. A.g.y., ss. 1419.

[31] Zafer Gören, Anayasa Hukuku, Ankara: Yetkin Yay., 2015, s. 119.

[32] Örn. bkz. “Ali Fuat Başgil: Nurculuğu İtham Etmek, İslamiyeti İthamdır”, Cumhuriyet, 20.07.1966, s. 7.

[33] Bkz. “Lise, Ortaokullarda Kuran Okutulması İstendi”, Cumhuriyet, 25.05.1967, s.7.

[34] Bkz. “Liselere Din Dersi İsteyen Muhtıra Bakanlığı Verildi”, Cumhuriyet, 12.06.1967, s. 1.

[35] “İlkokul 4 ve 5. sınıfları için yalnız Din Bilgisi ve Güzel Türkçe dersleri parasız verilecektir.” Cumhuriyet, 03.09.1972.

[36] Oktay Akbal, “Kibrit Çöpleri”, Cumhuriyet, 28.06.1974, s. 2.

[37] http://ttkb.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2014_10/02113442_9_sura.pdf

[38] 23.11.1976 tarihli 320.1/15539 sayılı genelgeden aktaran Hikmet Çetinkaya, “Ortaöğretimde Toplu Namazlar Kılınıyor”, Cumhuriyet, 23.12.1976, s. 9.

[39] Mustafa Öcal, Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’de Din Eğitimi, İstanbul: Dergah Yay., 2016, s. 475.

[40] Anayasa Mahkemesi (Siyasi Parti Kapatma), E. 1971/1, K. 1971/1, T. 20/05/1971.

[41] Bülent Tanör/Necmi Yüzbaşıoğlu, 1982 Anayasasına Göre Türk Anayasa Hukuku, İstanbul: Beta Yay., 2014, s. 32

[42] Anayasa’da 19 defa değişiklik yapılmış ve bu görüntü büyük ölçüde farklılaşmıştır.

[43] Bülent Tanör, İki Anayasa. 1961-1982, İstanbul: XII Levha Yay, 2012, ss. 137-138.

[44] Tüm bunlar için bkz. Tanör/Yüzbaşıoğlu, s. 32.

[45] 27 Ekim 1980 tarih ve 2324 sayılı Anayasa Düzeni Hakkında Kanun, Resmi Gazete, 17145, 28.10.1980.

[46] Kenan Evren, Devlet Başkanı Orgeneral Kenan Evren'in 12 Eylül 1980'den Sonra Yaptığı Konuşmalar: 12 Eylül 1980-17 Ocak 1981, (Ankara: Yayınevi ve tarih yok).

[47] Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Tasarısı: 04.08.1982 tarihli 120’nci Birleşim, 1’nci Oturum, Danışma Meclisi Tutanak Dergisi, C. 7, S. Sayısı: 166, s. 13 ve 17.

[48] A.g.y., S. Sayısı 116’ya 1’inci Ek, s. 16.

[49] A.g.y.

[50] Mehmet Pamak, 123'üncü Birleşim, 1'inci Oturum, 09.08.1982, s. 206.

[51] Fuat Azgur, 123'üncü Birleşim, 1'inci Oturum, 09.08.1982, s. 216. 3’ncü oturum, s. 328; Şadan Tuzcu, 123’üncü Birleşim, 3’ncü oturum, 02.08.1982, s. 328.; Adil Onmuş, 126’ncı Birleşim, Oturum 1, 02.08.1982, s. 464.

[52] Abdullah Pulat Gözübüyük, 125’nci Birleşim 2’nci Oturum, s. 385.

[53] Orhan Aldıkaçtı, 132'nci Birleşim, 1’inci Oturum, 21.08.1982, s. 270.

[54] A.g.y., s. 556-557.

[55] Danışma Meclisi üyelerinin verdikleri örneklerde halkın, cahil hocalara gitmek yerine okullarda eğitim almasından veya ebeveynlerin, çocuklarını tatillerde hocalara gönderilmesinden bahsetmeleri buna örnek gösterilebilir. 126’ncı Birleşim, 1’nci Oturum, 02.08.1982, s. 464 ve 478.

[56] 123’üncü Birleşim, 3’üncü Oturum, 09.08.1982, Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Tasarısı: Danışma Meclisi Tutanak Dergisi, C. 7, S. Sayısı: 166, s. 328.

[57] Nedim Bilgiç, A.g.y., s. 267.

[58] A.g.y., 478.

[59] Abdullah Pulat Gözübüyük, 125’nci Birleşim, 2’nci Oturum 2, s. 385.

[60] Bkz. A.g.y. Ayrıca 126’ncı Birleşim, 1’inci Oturum, 02.08.1982, ss. 464 vd.

[61] Fikret Devrimsel, 123'üncü Birleşim, 1’inci Oturum, 09.08.1982, s. 206.

[62] Nedim Bilgiç, s .267.

[63] 118'inci Birleşim, 1'nci Oturum, 18.10.1982, Milli Güvenlik Konseyi Tutanak Dergisi, C. 7, s. 340. Bu tutanakların özeti için ayrıca bkz. “Din Dersi, Laiklik ve 84. Madde”, Cumhuriyet, 27.06.1987, s. 11.

[64] A.g.y.

[65] A.g.y.

[66] A.g.y., ss. 340-341.

[67] A.g.y., ss. 341-342.

[68] A.g.y., s. 342.

[69] A.g.y., s. 343.

bottom of page