top of page
  • Yazarın fotoğrafıTolga Şirin

Bireysel Başvuru Usulünde Dezavantajlı Grupların Temsili


Yaklaşık 15 yıldır düzenli olarak İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin (Mahkeme) kararlarını takip ediyorum. Bu kararların içinde beni oldukça etkileyen, mağdurlarıyla gerçekten derinlemesine bağ kurduğum, hâlâ zaman zaman hatırıma gelenler var. Bunlardan en tirajik ve bana dokunanlardan biri Valentin Câmpeanu kararıydı. Bu davanın konusunu anlatan şu videoyu izlemenizi öneriyorum. Video bana, en azından bazı şeylerin tarihe not düşülmesi ve adaletin sağlanabilmesi adına "iyi ki İnsan Hakları Mahkemesi var" dedirtti ve "Mahkeme'nin itibarı"nın bu tür kararlar sayesinde kabul gördüğünü hatırlattı.


Bu video bana başka bir olayı daha hatırlattı. Videodaki duruma belli yönlerden benzer ve tirajik olaylardan biri de 2014 yılında yaşama gözlerini yuman Afgan sığınmacı çocuk Lütfillah Tacik'in başına gelmişti. Bu olaya ilişkin ulusal hukuktaki süreçler devam ediyor. Konu, Uluslararası Af Örgütü tarafından da izleniyor. Davaya dair gelişmeleri şuradan okuyabilirsiniz: https://www.amnesty.org.tr/icerik/lutfillah-tacik-davasi


İki olayın kesiştiren şey, oldukça hassas durumda olan bu çocuk mağdurların, ölümlerinden sonra, ulusal hukukta temsil edilmelerine ilişkin güçlükler... Bu sorunlar hem mevzuattan hem de mevzuatın yorumundan kaynaklanıyor.

Bu yazıda, bu ve benzer olaylarda, ulusal mevzuatın Sözleşme'ye uygun yorumlanabilmesine olanak sağlayacak bir materyal sunmak adına, İnsan Hakları Mahkemesinin dezavantajlı grupların temsiline ilişkin yaklaşımını aktarmak istiyorum.

***

Bireysel başvurularda, temsil konusundaki ana kural, temsilcilerin kendilerinin yetkilendirildiklerine ilişkin bir belge sunmasıdır. Buna rağmen; özellikle Sözleşme’nin 2, 3 ve 8’inci maddeleriyle ilgili ihlal iddiaları gündeme geldiğinde mağdurların yaş, cinsiyet, engellilik gibi bireysel başvuruda bulunmalarının önünde engel olan durumlar özgün bir değerlendirmeyi gerekli kılabilmektedir. Mahkeme, bu tür haklarla bağlantılı olarak, başvurucuların dezavantajlı durumunu ve başvuru yapan kişilerle olan ilişkilerini dikkate almakta, geçerli bir yetki belgesi sunulmasa bile başvuruları kabul edilebilir bulabilmektedir.

Örneğin İlhan/Türkiye kararında mağdur olan kişi, jandarmanın güç kullanımı neticesinde beyin atfofisi yaşayan ve bedeninin sol yanında %60 oranında işlev kaybı yaşayan bir kişidir. Başvuruyu, yaşanan olaylara da şahit olan kardeşi, herhangi bir yetki belgesi olmadan ama onun adına yapmıştır. Mahkeme, genel olarak başvuru yapamayacak durumda olan sakatlanmış kişilerin, aile fertlerinden birini yetkilendirmesinin uygun olacağını söylemiş; fakat söz konusu olayda hastaneye ilk gelen ve tedavi için gerekli adımları atan ilk aile ferdi olan başvurucu ile kardeşi arasında bir “menfaat çatışması” olmadığını, olayda 2 ve 3’ncü maddelerin, güvenlik güçlerinin elinde gerçekleşmiş türden ve etkileri devam eden türden bir ihlal iddiasının bulunduğunu da ifade ederek başvuruyu kabul edilebilir görmüştür.[1]

Y. F./Türkiye olayında da başvurucu, eşiyle birlikte terör örgütüne yardım ve yataklık etmek iddiasıyla gözaltına alınmıştır. Başvurucu kendisine ve eşine işkence yapıldığını iddia etmekte ve eşine zorla jinekolojik tedavi yapılmasından yakınmaktadır. Ulusal yargı organlarının önündeki hukuk yollarına, başvurucu ve eşi birlikte başvurmuştur. Hükûmet, başvurucunun eşi adına başvuru yapmasına itiraz etmemişse de İnsan Hakları Mahkemesi, konuyu resen ele almış ve “mağdurun yakın akrabası olarak eşinin, özellikle bu davanın özel şartları uyarınca eşinin içinde bulunduğu hassas durum göz önüne alındığında, Sözleşme maddelerinin ihlal edildiğine ilişkin başvuru yapmaya hakkı olduğu” sonucuna ulaşmıştır.[2]

S.P., D.P. ve A.T. kararında ailelerinin ihmal ettiği çocukların mahkemece atanan vasi tarafından desteklenen ve ulusal yargılama süreçlerinde görev almak üzere atanan bir avukatın, atanma süresi sona erdikten sonra ve yetki belgesi olmadan yaptığı başvuru -avukat ve çocuklar arasında bir menfaat çatışması olmadığı için- kabul edilebilir görülmüştür.[3]

Konuyla ilgili oldukça dikkat çekici ve çarpıcı olan Valentin Câmpeanu adına Hukuki Kaynaklar Merkezi (Centre for Legal Resources)/Romanya kararı ise çok daha özgündür. Başvuru, 2004 yılında 18 yaşındayken hayatını kaybeden Roman bir genç adına Hukuki Kaynaklar Merkezi isimli bir sivil toplum örgütü tarafından yapılmıştır. Câmpeanu adlı genç, doğduktan sonra annesi tarafından terkedilmiş ve yetimhaneye yerleştirilmiştir. Henüz küçük bir çocukken HIV-pozitif teşhisi konmuştur. Ayrıca ağır zihinsel engellilikten malûl olduğu tespit edilmiştir. Reşit olduğunda, o güne dek yaşamakta olduğu engelli çocuklar merkezinden ayrılması gerekmiş ve özel bir kuruluşa yerleştirilmek amacıyla bir dizi değerlendirmeden geçirilmiştir. Yerleştirilmek üzere çeşitli kuruluşlara yapılan başvurular, rahatsızlığından ötürü kabul edilmemiştir. En sonunda sağlık ve sosyal bakım merkezine yatırılmış; fakat orada da kendisine antiretoviral ilaçlar ve yeterli gıda sağlanmamış, bu süreçte psikiyatrik ve fiziksel sağlığı oldukça bozulmuştur. Birkaç gün sonra aşırı agresif davranışlar sergilemesi üzerine bir akıl hastanesine yatırılmıştır. Hukuki Kaynaklar Merkezi’nin gözlemcileri kendisini bu hastanede, ısıtılmayan bir odada tek başına, şiltesiz bir yatakta ve sadece pijama üstü giyer durumda görüp rapor etmiştir. Ayrıca yardımsız yemek yiyememesine ve tuvalete gidememesine rağmen, hastane personelinin HIV bulaşır korkusuyla ona yardım etmeyi reddettiği ve yemek yemeyi/ilaç almayı kabul etmediği için sadece damar yoluyla glikoz verildiği, yani temel tedavi ve bakımının sağlanmadığı tespit edilmiştir. Câmpeanu o gece ölmüştür. Hukuki Kaynaklar Merkezi isimli dernek, ölümün ardından olayın aydınlatılması için gerekli olan hukuki süreçlerin takipçisi olmuş fakat herhangi bir sonuca ulaşılamamıştır.

Bu gelişmelerden sonra dernek, bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkeme öncelikle, “yakın bağlantı” ve “kişisel menfaat” kriterlerini uygulayarak, derneğin mağdur olmadığını ifade etmiştir. Ancak Mahkeme, olayın ciddiyetini ve ayrıksı koşullarını dikkate alarak; gerçek mağdur, başvurudan önce ölmesine ve Merkez’in herhangi bir vekâlet belgesinin bulunmamasına rağmen özgün bir değerlendirme yapmıştır. Mahkeme şu unsurların üzerinde durmuştur:

- Mağdur, bütün hayatını devletin bakımı altında geçiren, ihmal suretiyle öldüğü iddia edilen ağır zihinsel engellere sahip HIV’li bir Roman gencidir, hukuksal destek olmadan işlem yapması mümkün olmayan aşırı savunmasız bir kişidir.

- Mağdurun öldüğü tarihte bilinen hiçbir yakını yoktur.

- Devlet, ihtiyaçları istek ve taleplerine ilişkin kendi başına talepte bulunması mümkün olmayan mağdura, temsilci tayin etmek yükümlülüğünü yerine getirmemiştir.

- Başvurucu dernek, ölümün ardından olayın aydınlatılması için gerekli olan hukuki süreçlerin takipçisi olmuş ve derneğin temsil durumu, ulusal makamlarca sorgulanmamış ve itiraz konusu yapılmamıştır.

Bu çerçevede Mahkeme, akıl hastalarına yönelik Sözleşme’nin md. 5/1(e) ve 5/4 hükümlerinin getirdiği yükümlülükler uyarınca başvurucu derneğin temsilci olarak görülmemesinin, devletin yasal temsilci görevlendirme sorumluluğundan kaçabilmesi riskini beraberinde getireceğini kaydetmiştir. Mahkeme, bu tür davalarda ilgili kişinin mahkemeye erişim hakkına ve şahsen veya gerekli hallerde bir tür temsil yoluyla şikâyetini iletme fırsatına sahip olmasının gerekli olduğu sonucuna ulaşmıştır. Bu nedenlerle Hukuki Kaynaklar Merkezi isimli derneğin fiili (de facto) temsilcilik sıfatı kabul edilmiştir.[4]

Mahkeme’nin buna benzer nitelikteki bir diğer önemli kararı da Ionel Garcea adına Romanya’da İnsan Haklarının Savunulması Derneği – Helsinki Komitesi/Romanya kararıdır. Bu olayın mağduru olan Ionel Garcea, 7 yıl hapis cezasına mahkûm edilmiş ve bu süreçte akıl hastalığı ve başkaca sağlık sorunları teşhis edilmiştir. Düzenli olarak gözetim altında tutulan mağdur, Romanya’da İnsan Haklarının Savunulması Derneği ile sürekli iletişim hâlinde kalmıştır. Bu gözetim sürecinde alnına çivi çakmak suretiyle intihar girişimlerinde bulunan mağdur, hastanede dövüldüğünü ve yatağa zincirlendiğini ileri sürmüştür. Dernek, bu konuda suç duyurusunda bulunmuştur. Dernek ayrıca alın ameliyatından sonra da tedavi biçimine yönelik şikâyetlerde bulunmuştur. Öte yandan, mağdurun bilinen hiçbir yakını da yoktur. Bu olayda başvurucunun ölümünden sonra dernek tarafından yapılan başvuruda İnsan Hakları Mahkemesi şu üç unsura odaklanmıştır:

  • Başvurucu akıl hastasıdır ve dezavantajlı durumdadır.

  • Başvurucunun bilinen hiçbir yakını yoktur

  • Dernek, olayların yaşandığı zamandan itibaren mağdur ile ilişki hâlindedir ve ulusal süreçlerin takipçisi olmuştur.

Bu unsurları dikkate alan Mahkeme, başvurucu derneğin fiili (de facto) temsilci niteliğini kabul etmiştir.[5]

Mahkeme’nin bu tür olaylarda mağdurların dezavantajlı durumlarının yanında başvurucuların mağdur ile bağına, başka bir deyişle ulusal yargılama süreçlerindeki durumlarına ve olayın “derneğin faaliyetlerine etkisi”ne de önem verdiğinin altını çizmek gerekir. Örneğin bu kategorideki davalardan biri olarak görülebilecek Bulgar Helsinki Komitesi/Bulgaristan kararında Mahkeme, zihinsel engelli küçüklere özgü evlerde ölen çocukların adına başvuruda bulunan derneğin mağdur statüsünü, küçüklerle ölümlerinden önce herhangi bir iletişimi ve bağı olmadığı ve ulusal yargılama süreçlerinde de ehliyeti bulunmadığı için kabul etmemiştir.[6] Benzer şekilde; akıl hastası çocuklar ile genç yetişkinlerin ölümüyle ilgili Nencheva ve diğerleri/Bulgaristan kararında, ölen kişilerin ebeveynlerinin yanında başvurucu olan derneğin mağdur sıfatı, derneğin ulusal yargılama süreçlerinde taraf olmaması ve ölüm olaylarının, derneğin amaçları doğrultusunda faaliyet göstermesine bir etkisinin olmaması gerekçesiyle kabul edilmemiştir.[7]

Son olarak, bu tür davalarda mağdur ile başvurucu arasında çıkar çatışması olmadığı açıkça söylenmedikçe Mahkeme’nin fiili temsilciliği kabul etme eğiliminin olmadığı da kaydedilmelidir. Buna örnek gösterilebilecek Lambert ve diğerleri/Fransa olayında mağdur, bir trafik kazası sonucunda beyin travması geçiren ve bu nedenle hiçbir uzvunu kullanamayacak şekilde bağımlı hâle gelen, sonda vasıtasıyla beslenen bitkisel hayata girmiş bir kişidir. Yapay beslenme ve su ihtiyacının giderilmesi ile kineziterapi ve yutkunmayı sağlayıcı çalışmaların durdurulması tedbirine karşı karşı başvuru yapılmıştır. Bu davada başvurucu ölmüş değildir; bu nedenle ölülere yönelik içtihat uygulama bulmamıştır. Ne var ki başvurucu iradesini de açıkça ortaya koyamamaktadır. Üstelik, diğer olaylardan farklı olarak, başvurucunun yakınlarının kendi aralarında da söz konusu tedbire ilişkin “irade çatışması” söz konusudur. Mahkeme, bu olayda şu iki sorunun üzerinde durmuştur:

  • Doğrudan mağdur olan kişinin haklarının etkili bir korumadan mahrum kalıyor mu?

  • Mağdur ile başvurucu arasında bir çıkar çatışmasının var mı?

Somut olayda ulusal makamların, doğrudan mağdurun eşi ve erkek kardeşinin tanıklıklarına ve diğer kardeşlerin ifadelerini göz önünde bulunularak “hastanın kaza geçirmeden önceki ifadeleri” ile tedbir arasında uyum olduğu yönündeki tespitine atıfla mağdur ile başvurucuların söyledikleri arasında menfaat birlikteliği olmadığı sonucuna ulaşılmış ve başvurunun kabul edilebilir olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.[8]

Bu kararlardan hareketle, dezavantajlı durumda olan ve kişilerin ölümüyle ilgili olaylarda, mağdurun olayları takip eden yakınlarının bulunmaması durumunda, ulusal yargılama süreçlerinde takip eden ve mağdurla menfaat birliği konusunda tereddüt bulunmayan kişilerin fiili temsilinin kabul edildiği söylenebilir. Öte yanan; somut olayın koşullarına göre Sözleşme’nin ölüm gerçekleşmemiş, maddi ve manevi bütünlükle ilgili olaylarda dezavantajlı mağdur ile menfaat çatışması bulunmayan yaşayan kişilerin veya faaliyet amaçlarının gereği olarak hareket eden hükümet dışı örgütlerin de fiili temsilcilik sıfatının kabul edilebileceğini söyleyebiliriz.

Anayasa Mahkemesinin kararlarına bakıldğında, henüz bu konuda bir kararının bulunmadığı görülmektedir. Ancak Mahkeme'nin Sözleşme'ye uygun yorum yapmaya açık eğilimi bu yönde de olumlu bir yaklaşıma kapı aralayabilir, hatta aralamalıdır.

[1] İlhan/Türkiye, İHAM [BD], 22277/93, 27/06/2000, §§ 53-55.

[2] Y. F./Türkiye, İHAM, 24209/94, 22/07/2003, § 31.

[3] S.P., D.P. ve A.T./Birleşik Krallık, İHAM, 23715/94, 20/05/1996.

Mahkeme, birçok defa velayet hakkına sahip olmayan ebeveynlerin reşit olmayan çocukları adına Mahkeme’ye başvurabileceklerini kabul etmiştir. Ayrıca bakınız: Scozzari ve Giunta/İtalya, İHAM [BD], 39221/98 ve 41963/98, 13/07/2000, §§ 138-139; Šneersone ve Kampanella/İtalya, İHAM, 14737/09, 12/07/2011, § 61; Raw ve diğerleri/Fransa, İHAM, 10131/11, 07/03/2013, §§ 51-52. Bu davalarda Mahkeme’nin ortaya koyduğu temel kriter bazı çocukların bazı menfaatlerinden haberdar olmayacakları ve Sözleşme’nin güvence altına aldığı haklarının etkili bir şekilde korunmasından mahrum olacaklarıdır.

[4] Valentin Câmpeanu adına Centre for Legal Resources/Romanya, § 103.

[5] Ionel Garcea adına Romanya’da İnsan Haklarının Savunulması Derneği – Helsinki Komitesi/Romanya, İHAM, 2959/11, 24/03/2015.

[6] Bulgar Helsinki Komitesi/Bulgaristan, İHAM, 35653/12 ve 66172/12, 28/06/2016, § 59.

[7] Nencheva ve diğerleri/Bulgaristan, İHAM, 48609/06, 18/06/2013, § 93.

[8] Lambert/Fransa, İHAM, 23618/94, 24/08/1998. Ayrıca bkz. Rossi ve diğerleri/İtalya.

#LütfillahTacik #FestusOkey #Temsil #ValentinCâmpeanu #Helsinki #AfÖrgütü

299 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page