top of page
Ara
  • Tolga Şirin

Anayasa Hukukçusu Bülent Yücel’e Uygulanan Yaptırım Hakkında


Anadolu Üniversitesi, Cumhuriyet’in görece ilk üniversitelerinden biri. Bugün Anayasa’da (md. 130/3) da yer alan “üniversitelerin ülke sathına dengeli bir biçimde yayılması” politikasının uzantısı olarak; Marmara ve Akdeniz üniversitelerinden önce fakat Karadeniz (Teknik) Üniversitesi’nden hemen sonra Eskişehir’de kurulmuş bir (İç) Anadolu üniversitesi…


Bu üniversite, sadece kendi örgün eğitim öğrencilerine değil, açık öğretim yoluyla Anadolu’nun dört bir yanındaki her yaştan insana da eğitim verilmesini sağladı. Bu nedenle Cumhuriyet tarihinin önemli bir kurumu.


Bu köklü üniversitemiz bir süredir tartışmaların odağında. Takip etmeyen okurlar olabilir. Profesör Kemal Gözler, “Anadolu Hukukta Neler Oluyor?” başlığıyla yazdığı makalesinde bu süreçte kimi eleştiriler ileri sürmüştü. Merak edenler bu yazı sayesinde tartışmalarla ilgili genel bir fikir edinebilir.


***


Sürpriz olmadığı üzere sorunlar silsilesi, akademik özgürlüklere saygı duyulmamasıyla ilişkili...


Bu zincire yeni bir halka daha eklenmiş.


Son halka, Anayasa Hukuku Doçenti Bülent Yücel’in sınav sorusuna ilişkin. Basından okuduğumuz habere göre, Dr. Yücel’in hazırladığı anayasa hukuku sınavı, Yükseköğretim Kanunu md. 53 uyarınca iptal edilmiş; kendisine üç ay uzaklaştırma uygulanmasına karar verilmiş.

Yine aynı habere göre sınav sorusu şu şekilde:


“Ukrayna ve Rusya arasındaki savaştan etkilenen, güney sınırlarındaki iç savaş ve terör hareketliliğinin yarattığı güvenlik ve göç sorunuyla uğraşan, sınır komşusu Yunanistan'la da kıta sahanlığı, adaların silahlandırılması ve Kıbrıs sorunları yaşayan Türkiye'de, TBMM'de kabul edilen tezkere çerçevesinde, silahlı kuvvetlerin -belli bir kapsam ve sürede olmak kaydıyla- kullanılabilmesi yetkisi hükûmete tanınmıştır. Ekonomik bunalımla mücadele eden Türkiye'de, siyasi iktidarın çeşitli alanlardaki uygulamaları karşısında toplumsal ve partisel muhalefet, yaklaşan 2023 yılı seçimlerini de dikkate alarak, itirazlarını ve protestolarını yaygınlaştırmaktadır. Cumhurbaşkanı, muhalefet hareketliliğine yeterli müdahalede bulunmadığını düşündüğü ve seçmenlerin yaklaşım ¾’ünün (%75)’ini yerleşik olduğu 30 büyük şehrin il valilerini ve il emniyet müdürlerinin görev yerlerini, ‘bir gece yarısı’ Cumhurbaşkanlığı kararıyla değiştirmiştir. Seçim hazırlıkları kapsamında çeşitli hukuki ve siyasi adımlar atan Cumhurbaşkanı, öncelikle 2022 yılının Nisan ayında seçim kanununda değişiklik yapılmasını partisi aracılığıyla sağlamıştır. Ayrıca dezenformasyon yasası olarak adlandırılan ve basın organları ile sosyal medya kullanıcıları üzerinde ciddi bir oto-sansür denetimi kurulurken; aynı zamanda HDP kapatma davası yürütülmekte ve seçilen belediye başkanlarına yönelik mahkûmiyet kararlarıyla yasal muhalif partiler üzerinde yargısal bir baskı ortamı oluşturulmaktadır. İktidar partisinin ‘aile kavramına ve kadınların giyimine’ ilişkin olarak yasama organına sunduğu anayasa değişikliği teklifi de bir diğer gündem maddesini oluşturmaktadır.
1. Soru: CHP'nin iktidar döneminde -1936 yılında- kabul edilen Montrö Boğazlar Sözleşmesiyle denetimi ve yönetimi Türkiye'ye ait kılınan boğaz geçişlerine dayalı gerekli işlem ve eylemleri yapan mevcut hükûmetin Ukrayna-Rusya Savaşı esnasındaki uygulamaları ile TBMM'nin kabul ettiği tezkere işlemini devletin kurucu unsurları bakımından değerlendiriniz.”

Bu soru tarzı yadırganabilir veya fazla angaje bulunabilir mi? Kuşkusuz, pek çokları için evet.


Fakat sınavın içeriği veya nasıl puanlandığı vb. konular -prensip itibarıyla- bizim meselemiz değil, olamaz. Sınav soruları da akademik anlatımın parçasıdır. Her yiğidin yoğurt yiyişinin farklı olması gibi, her hocanın anlatım tarzı ve ekolü de farklı farklıdır.


Akademi tarihimizde, kimi yargı kararlarını protesto etmek için ders boyu susma veya hukuk dersi anlatmak yerine fasulye tarifi verme vb. türden pratikler yok değildir. Bu doğal, hatta biraz da gereklidir. Üniversiteler, birer ilköğretim kurumu, hele de kışla değildir, kendine özgü bir dinamizm barındırır. Buralarda tolerans daha geniş olmak durumundadır.


Beğeniriz veya beğenmeyiz: Akademik ve özellikle de bilimsel özerklik (Anayasa md. 130/1), her öğretim üyesinin kendi anlatımını kendisinin yapılandırmasını ve buna binaen kendi sınav ve yanıt anahtarını (bunlar aslında birer adsız düzenleyici işlemdir) kendisinin koymasını gerektirir.


Bu takdir, dediğim gibi akademi içi bir eleştiri konusu oluşturabilir ama suç teşkil etmedikçe yaptırıma (hele de üç aylık uzaklaştırmaya) tabi kılınamaz.


Suç konusuna gelirsek; öğretim elemanlarının makaleleri, bildirileri ile sınavlar da dâhil olmak üzere akademik etkinlikleri, ifade özgürlüğünün hassas güvencesinden yararlanır. Nitekim Anayasa, herkes için geçerli olan “düşünceyi açıklama özgürlüğü”nün (md. 26) yanı sıra, akademik ifade özgürlüğü konusunda daha özel vurgular getirmiştir.


Erinmeyip aktaralım. Anayasa’nın md. 27/1 hükmü şöyle der:


“Herkes, bilim ve sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü araştırma hakkına sahiptir.”

Bu yetmemiş olacak ki md. 130/4 güvenceyi bir daha yineler:


“Üniversiteler ile öğretim üyeleri ve yardımcıları serbestçe her türlü bilimsel araştırma ve yayında bulunabilirler.”

Bunlar benim öznel değer yargılarım değil. Anayasa Mahkemesi yakın zaman önce verdiği bir kararında, özü itibarıyla akademik ifade özgürlüğünün daha hassas korunması gerektiğini ortaya koymuştu.


Yılmadan, sıkılmadan anlatıyoruz, yine anlatalım:


Kararın konusu, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Milletlerarası Hukuk Öğretim Üyesi Hasan Mor’a verilen kınama cezasıydı. Üniversite, Mor’a bu cezayı “derslerde kapsam dışı siyasi konulara sıklıkla girdiği ve bazen bir ders boyunca tamamen siyaset konuştuğu” gerekçesiyle vermişti. Konu, Anayasa Mahkemesinin önüne geldi. Mahkeme cezayı ifade özgürlüğünü ihlal eder buldu. Bu sonuca ulaşırken de şu önemli belirlemeyi yaptı:


“(…) öğrencilerin sahip oldukları değer yargılarına aykırı olsa dahi dersin konusu ile ilgili olması kaydıyla dersin bütünlüğüne katkı sunan eleştirel söylem ve tartışmalara katlanmaları beklenir. Aksi takdirde bilim özgürlüğünün bir parçası olan öğretme hakkının mevcudiyeti tehlikeye girer ve bilimsel sorgulamanın veya şüpheciliğin yerini dogmatik bir bakış açısı alır. Nihayetinde gerek ifadesine başvurulan öğrenci sayısının görece azlığı gerekse öğrenciler arasında konuya ilişkin bir fikir birliği olmaması nedeniyle başvurucunun siyasi söylemlerinin dersle ilgisi hakkında kuşkuya yer vermeyecek şekilde objektif bir yargıya ulaşmak şu hâlde mümkün değildir. (…) Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi önceki kararlarında, açıklanan ve yayılan bir düşüncenin -içeriğinden hareketle- kişiler ve toplum açısından değerli-değersiz veya yararlı-yararsız biçiminde ayrıştırılmasının subjektif unsurlar ihtiva edeceği için bu özgürlüğün keyfî biçimde sınırlandırılması tehlikesini doğurabileceğine dikkat çekmiştir (…) Bu itibarla bir öğretim elemanının ders esnasında aktardığı görüşlerinin öğrenciler veya üniversite yetkilileri açısından ilgisiz, yararsız, kışkırtıcı veya rahatsız edici görülse bile kişilerin subjektif değerlendirmelerinden bağımsız olarak ifade özgürlüğünün korumasında olduğu akıldan çıkarılmamalıdır.”

Mahkeme bu belirlemeyi destekleyen ve akademik ifade özgürlüğünün daha geniş olduğunu söyleyen başka kararlar da vermişti. Başka akademisyenleri eleştiren yazılarına yayın yasağı getirilen Prof. Kemal Gözler’in veya bir televizyon kanalındaki açıklamalarından dolayı geçici olarak meslekten alıkoyma cezası alan Prof. Canan Karatay’ın başvurularında tespit edilen ifade özgürlüğü ihlalleri buna örnek. Mahkeme, bu iki kararda da şunu söylemişti:


“Bilim özgürlüğü en eski ve köklü özgürlük alanlarından biri olarak insan onurunun ve değerinin temelinde yer alan düşünme, merak etme, arama ve ona uygun faaliyette bulunma eğiliminin bir sonucudur. İnsanlık ancak bu özgürlük alanının varlığı hâlinde doğru bilgiyi sorgulayabilecektir. Dolayısıyla ifade özgürlüğünün sahip olduğu güvencelerin yalnızca doğru olduğu kabul edilen ifade ve bilgilerle sınırlı olmadığının farkında olunması gerekir.”

Benzer türden belirlemeleri, Anayasa Mahkemesini eleştirdiği için tazminat ödemek zorunda bırakılan anayasa hukukçusu Prof. Mustafa Erdoğan veya bir üniversiteden izin almadan TV programına çıktığı için disiplin cezası alan edebiyatçı Prof. Onur Bilge Kula için İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi de yapmıştı.


Uzatabilirim ama bu kadarı yeter.


Özetleyelim.


Bu kararlardan anlaşılması gereken şey şudur: Bir akademisyenin ifadesine katılmayabilirsiniz, onun açıklamalarından hoşnut olmayabilirsiniz; hatta bu ifadeler mutlak biçimde doğruyu yansıtmıyor olabilir ama bu -gerçekten bir suç oluşmadıkça- derhal bir yaptırım uygulanmasını gerektirmez. Akademik etkinliklerin eleştirel doğası, onu özel olarak ele almayı gerektirir.


Görünen o ki Anadolu Üniversitesi bu anayasal hükümleri dikkate almamış ve/veya almak istememiş.


Hâl böyleyken; olay haberde aktarıldığı gibiyse, bu sürecin sonunda Bülent Yücel’in hukuksal olarak kazanması hayli yüksek bir olasılık...


Peki bu karardan kim ve ne kaybetti, o da belli...


bottom of page