Tolga Şirin
Bir Sosyal Hak Uygulaması Olarak Bayram Gazetesi

Bugün Ramazan bayramı. O zamanlar çocuk olmamdan mıdır, yoksa çocukluğumun İzmir’de geçmesinden midir emin değilim ama biz bu bayrama, hiç tereddütsüz ve herhangi bir özel politik amaç da gütmeden “Şeker Bayramı” derdik. İsmiyle müsemma bu bayramda doğal olarak epey şeker yerdik. "Şeker Bayramı" denince, yediğimiz şekerlerin yanı sıra, Kemaraltı’ndan alınan bayramlıkları, kolalı mendilleri, tebrik kartlarını, toplu bayramlaşmaları, çatapatları ve kızkaçıranları, yani idealleştirilmiş bir ruh hâline özlemle “nerede o eski bayramlar” diye yâd edilen, kuşağıma özgü geçmişin sembolik tasvirlerinin hemen hepsini anımsarım.
“Eski bayramlar”dan hatırımda kalan ritüellerden biri de bayramda çıkan gazeteydi. O zamanlar, dinî bayramlarda gündelik gazeteler çıkmaz, tek bir gazete yayımlanırdı: Bayram Gazetesi. O günlerde gazete çalışanların dinlenebilme ve bayramı aileleriyle geçirebilme haklarının olduğu, bu gazetenin de böylesi bir amaçla çıkarıldığı söylenirdi. Bir süre sonra bu uygulamanın iptal edildiğini işittik. Sanıyorum, anayasa, anayasa mahkemesi ve temel hak gibi kavramlara da ilk kez o zaman kulak kabartmıştım.
Bayram Gazetesi'nin adı sanı, uzun yıllar duyulmadı. 2011 yılında, biraz romantik biraz da hak temelli bir yaklaşımla bu uygulama yeniden canlandırılmak istendi fakat bu girişim başarılı olmadı. Bugün artık böyle bir gazete yok. (Aslında işin ironik yanı, Türkiye’de artık gerçek anlamda bir gazetenin olup olmadığı tartışmalı, fakat konumuz bu değil.) Gelgelelim Bayram Gazetesi, benim hâlâ işimi gören bir gazete. Marmara Üniversitesinde vermekte olduğum anayasa hukuku derslerinde, 1961 ve 1982 anayasalarının farklı felsefelerinin anlaşılması, temel hakların nasıl çatışıp nasıl uyumlulaştırılmaya çalışıldığının kavranması için “Bayram Gazetesi” örneği bana yardımcı olur.
***
1993 yılına kadar çıkarılan Bayram Gazetesi’nin çıkarılmasının (yani diğer gazetelerin çıkarılması yasağının) hukuksal dayanağı, bilinen adıyla Basın İş Kanunu’ydu. Gerçek adı 5953 sayılı “Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanun” olan 13/06/1952 tarihli bu Kanun’un 20’nci maddesi, bu yasağı şöyle düzenlerdi:
“Günlük gazetelerin Şeker Bayramının ikinci ve üçüncü günleriyle Kurban Bayramının ikinci, üçüncü ve dördüncü günlerinde intişar etmeleri memnudur. Bu günlere mahsus gazete neşri hakkı, her vilâyette, gazetecilerin bağlı bulundukları meslekî teşekküllerden basın kartı hâmili azası en fazla olanına aittir.”[1]
Kanun’un 28’nci maddesi, yasağı delenlere para cezası öngörüyordu. Bu düzenlemenin Anayasa’ya aykırı olduğu iddiası, Anayasa Mahkemesinin önüne ilk kez 1978 yılında taşındı. Mahkeme, düzenlemenin 1961 Anayasası’na aykırı olduğu itirazını reddederken şöyle bir gerekçe ortaya koymuştu:
Bayram gazetelerinde yazı yazamayanlar, itiraz konusu hükmün getirdiği yasaklama sonucu, bu günler için gazete ile düşüncelerini açıklamak olanağını bulamayacaklardır. Buna karşın, günün her saatinde yürütülen, çoğu kez fazla çalışma yapmayı gerektiren basın mesleğinde, yıpratıcı ve güç bir görev yapmak durumunda bulunan gazeteciler, gazetelerin yönetim, ulaşım basın ve dizgi işlerinde çalışanlar ve öteki ilgililer, bu yasaklamanın doğal sonucu olarak, geleneklerimize göre özenle kutlanan bayram günlerini evlerinde geçirmek ve dinlenmek olanağını bulacaklardır. Görüldüğü gibi, bayram günlerinde günlük gazete çıkmaması ile, yalnız gazeteciler değil, sayısı yüzbinlerle ifade edilebilecek çalışan bir kesime dinlenme ve bayramı kutlama olanağı sağlanmaktadır. (…) Anayasanın 44. maddesinde hükme bağlanan dinlenme hakkı ile ‘çalışanlara daha iyi, daha verimli çalışma olanağı sağlandığı ve böylece hem çalışan kişinin, hem de çalışmakla ilgili bulunan toplumun yararının korunmuş bulunduğu kabul edilmektedir. (…) Günlük gazeteler, düşünce ve kanılan yayma araçlarından bir bölümünü oluşturmaktadır. Bayram günlerinde, söz konusu özgürlüğün başka yollarla kullanılması engellenmiş değildir. Örneğin, bayram gazeteleri, kitap günlük olmayan süreli yayın, bildiri, broşür, radyo, televizyon, resim ve söz ile düşünce ve kanıların açıklanması olanağı vardır. (…) Basının giderek kamu hizmeti niteliğini alması, büyük ölçüde ayrıcalıklardan yararlanması, buna karşın gazetelerin genellikle özel işletmeler niteliğinde olmaları ve basında çalışanlarla çalıştıranlar arasındaki ilişkilerin uyum içinde sürdürülmesi gereksinimi, bu hakkın kullanılması konusunda bir düzenlemeyi zorunlu kılar. (…) Belirli bir konudaki düzenlemenin kimi sınırlamaları da gerektireceği kuşkusuzdur. İtiraz konusu madde ile, günlük gazete çıkarma hakkı, yalnızca herkes için özel bir önemi bulunan dinsel bayramların belli günlerinde, özellikle çalışanların durumları dikkate alınarak, askıya alınmaktadır. Böyle bir sınırlamanın gereği, ‘Her çalışan dinlenme hakkına sahiptir’ biçimindeki Anayasanın 44. maddesi göz önünde bulundurulduğunda daha iyi anlaşılır.”[2]
Yani, liberal bir hak olarak "haber alma özgürlüğü" ile sosyal bir hak olan "dinlenme hakkı" arasındaki çatışmada Mahkeme, sosyal hak temelli bir yaklaşım sergilemiş, haber alma özgürlüğünün farklı araçlarla (örn. radyo televizyon vb.) da kullanılabilmesi karşısında; yasama organının, çalışanların dinlenme hakkına dönük takdirinde Anayasa’ya aykırılık görmemişti. Karar, sosyal devlet ilkesiyle de tamamen uyumluydu.
Gelgelelim bu yaklaşım, özellikle sermaye çevreleri tarafından pek hoş karşılanmamış hatta kimilerince -hükmün Demokrat Parti tarafından düzenlenmiş olmasına da bakılmaksızın- “komünist” bir uygulama olarak yaftalanmıştı. ‘80’li yıllarla başlayan “yeni liberal” esintiyi arkasına alanların ve özellikle gazete sahiplerinin ve kalemşörlerinin “gazetecilerin tatili olmaz”, “serbest piyasa ekonomisinde okurlar, bayramlarda düşük kaliteli gazete almaya mecbur bırakılamaz” söylemleriyle birlikte yasak delinmeye başlandı ve konu 1992’de yeniden Anayasa Mahkemesinin önüne geldi. Mahkeme bu defa meseleye, 1961 Anayasası döneminin aksine, sosyal haklar merceğinden bakmamayı tercih etti.
Anayasa Mahkemesine göre bu uygulama, temel hakların “durdurulması” anlamına gelmekteydi, oysa olağan dönemlerde sadece “sınırlama” yapılabilirdi. Mahkemenin -günümüzdeki yayın yasakları bağlamında akla nedense hiç gelmeyen- “sınırlama/durdurma” ikilemine dayanan gerekçesi aynen şöyleydi:
“İtiraz konusu [hüküm] günlük gazetelerin Yasa'da belirtilen günlerde yayımlanmaları yasaklanmaktadır. Bu yasaklama, kuşkusuz gazete sahipleri yönünden basın özgürlüğü ve süreli yayın hakkı gazete okuyucusu yönünden haber alma özgürlüğü, gazete yazar ve çizerleri yönünden de düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile doğrudan ilişkilidir. Gazetelerin yayımının belli günlerde yasaklanması da yukarda belirtilen kimi hak ve özgürlüklerin durdurulması niteliğindedir. Yasağın sona ermesinden sonra gazetelerin yayımlarını sürdürmelerini, belirli günlerde durdurulan kimi hak ve özgürlüklere sınırlama niteliği vermez. Bu nedenle, itiraz konusu [maddeyle] getirilen yasaklama basın özgürlüğünün, süreli yayın hakkının, haber alma ve düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün sınırlanması olmayıp, bunların durdurulması niteliğindedir. Temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının durdurulmasının koşulları ve ölçütleri Anayasa'nın ‘Temel Haklar ve Ödevler’ başlıklı ikinci kısmında düzenlenmiştir. Anayasa'nın 15. maddesinin birinci fıkrasında, ‘Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlal edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasa'da öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.’ denilmektedir. Buna göre, temel hak ve özgürlüklerin kullanılması, ancak olağanüstü durumlarda durdurulabilir. Anayasa’da sayılan olağanüstü durumlar dışında, başka bir anlatımla olağan dönemlerde temel hak ve özgürlüklerin kullanılması durdurulamaz. Olağan dönemlerde temel hak ve özgürlükler yalnızca sınırlanabilir. İtiraz konusu 20. maddenin birinci fıkrasının birinci tümcesiyle Şeker ve Kurban Bayramlarının belirli günlerinde günlük gazetelerin basımı ve yayımı yasaklanarak olağanüstü durum söz konusu olmaksızın olağan dönemler için kimi hak ve özgürlüklerin kullanılması durdurulmaktadır. Bu nedenle [hüküm] Anayasa'nın 15. ve 2. maddelerine aykırıdır.”[3]
Anayasa Mahkemesi, bu kararıyla genel olarak ifade özgürlüğünü, özel olarak basın özgürlüğünü korumuş oluyordu. Fakat bu kararda, çalışanların sosyal hakları dikkate alınmamıştı. Yani başka bir deyişle, gazete patronlarını “bayram ettirecek” bu karar, basın emekçilerine “nerede o eski bayramlar” dedirtecek türdendi. Üstelik meselenin dinlenme hakkını aşan yönleri de vardı. Gazeteci Fikret Ercan’ın da dediği gibi:
“Bayram gazeteleri, gazeteciler için tam bir dayanışma ve yardımlaşma ortamı oluşturuyordu. Emekli gazeteciler, işsiz gazeteciler, zor durumda olan gazeteciler için bir nefes alma ortamıydı. Ya gidip fiilen gazetenin çıkarılmasında görev alarak ya da hazırladıkları röportaj ve haber başına ellerine birkaç kuruş geçiyordu. Daha çok, zor durumda olan gazetecilerin çalışmasına olanak verilirdi. Ayrıca ayrı gazetelerde çalışan insanlara tanışma ve buluşma imkânı da veriyordu.”[4]
Meselenin başka bir boyutu daha bulunuyordu. Bayram Gazetesi’nin gelirleri, gazetecilere karşı baskılar karşısında örgütlü ve gür bir sesin çıkmasına olanak tanıyan Gazeteciler Cemiyeti’ne aktarılırdı. İptal kararı, Cemiyet’in de zararına oldu. Dolayısıyla kaybedilen sadece dinlenme hakkı değil, aynı zamanda dayanışma ve örgütlülüktü.
Bugün Türkiye, basın özgürlüğü tarihinin en kötü günlerini yaşıyor. Gazeteciler, habercilik yapmaktan ötürü ceza tehdidi altında veya özgürlüklerinden yoksun kaldıkları bir süreçten geçiyor. İnternet/sosyal medya vb. türden regüle edilmeyen gri alanlarda, sendikasız, güvencesiz, az parayla çok iş yapmaya çalışan basın emekçileri için bu tür sosyal hakların değil talep edilmesi, tartışılması dahi lüks hâle gelmiş bulunuyor. Bu süreç ise bize sosyal hakların, kişisel haklardan ayrılamayacak bir bütünlük taşıdığını birinden vazgeçersek ikisinden de olabileceğimizi bir kez daha hatırlatıyor.
Mutlu bayramlar!
DİPNOTLAR
[1] Maddenin devam eden fıkraları ise şu şekilde:
“Birinci fıkrada bahsi geçen gazete neşri hakkının tesbiti için alâkalı meslekî teşekküllerin Şeker ve Kurban Bayramlarının ikinci günlerinden en az (15) gün evvel mahallin en büyük mülkiye âmirine müracaat ederek âza durumlarını tevsik ettirmeleri mecburidir. Mülkiye âmirine yapılacak müracaat tarihinden sonra basın kartı hâmili âza sayısında vâki olabilecek değişiklikler neşir hakkının tesbitinde nazara alınmaz.
İki veya daha fazla meslekî teşekkülün basın kartı hâmili âzalarının sayıları arasında eşitlik görüldüğü takdirde, gazete neşri hakkı bu teşekküller tarafından müştereken kullanılır. Bu vaziyette bulunan meslekî teşekküller gazeteyi müştereken çıkarmak hususunda anlaşamadıkları takdirde kur'aya müracaat olunur. Kur'a en büyük mülkiye âmirinin veya vazifelendireceği zatın huzurunda yapılır.
Birinci fıkrada bahsi geçen bayram günlerinde çalışılmamış olması sebebiyle gazetecilerin ücretlerinden hiç bir suretle eksiltme yapılamaz."
Bu maddenin 12/2/1954 günlü, 6253 sayılı değişiklik Kanunu’ndan önceki TBMM tarafından kabul edilen hâli ise şöyledir:
“Günlük gazetelerin Şeker Bayramının birinci ve ikinci günleri ile Kurban Bayramının ilk üç gününde intişar etmeleri memnudur. Bugünlere mahsus gazete neşri hakkı gazetecilerin bağlı bulundukları meslekî teşekküllere aittir.
Birinci fıkrada bahsi geçen bayram günlerinde çalışılmamış olması sebebiyle gazetecilerin ücretlerinden hiçbir suretle eksitme yapılamaz.”
[2] AYM, E. 1978/54, K. 1979/9, T. 08/02/1979.
[3] AYM, E. 1992/36, K. 1993/4, T. 20/01/1993.